https://www.youtube.com/watch?v=maTP315XZCQ
Vedalar kötüdür. Nefret ederim vedalardan. Hiç sevmem insanlara sarılıp gözyaşı dökmeyi.
Hepimizin hayatında yeri gelecek veda etmek zorunda kalacağımız insanlar ve anlar olacak. Tüm bu anlar da karşımızdaki insanlara hep daha sıcak ve daha samimi sarılacağız. Çünkü işte tam o an da anlayacağız ne kadar kıymetli ve vazgeçilmez olduklarını. Kendimizi geri çekip yüzlerine bakacağız tek tek. Yüzlerini her karesini ezberleyecek özlem dolu bakışlar. Sonra tekrar sarılacağız,bu sefer daha büyük olacak özlemimiz. Her seferinde ''hadi artık ağlamak yok''diyeceğiz ama hiçbir zaman başaramayacağız.
Tüm bu nedenler ve niceleri yüzünden nefret ediyorum vedalardan. Çünkü birilerini arkamda bırakmak her şeyden zor geliyor bana. En kötüsü de veda ederken anlaşılan değerler oluyor gözümde. İnsan gidene kadar fark etmez elindeki şansları ve değerleri. Tam gideceği zaman tam işte tam da o an fark eder elinde olanları. İşte tüm bu yükleri hafifletmek için daha sıkı sarılır karşısındaki insana. Bilir,o kişi aslında bunların farkında bile değildir ama insanız hepimiz. İşte bu yüzden kendimizle hesaplaşmalarımız hiçbir zaman bitmez. Bitmediği gibi artarak devam eder.
İşte yine nefret ediyorum vedalardan. Kimseye veda etmek için sarılmak istemiyorum. Kimse gittiği için ağlamak istemiyorum. Vedalar kötüdür arkadaşlar.Vedalar insanın özlem saatlerinin arttığı yıllardır. Normal giden saatlerin artık kişi adları ile ilerlemesidir. Elini uzattığında değil,telefona uzandığında yanında olmalarıdır. Belki de bu yüzdendir tüm veda sahnelerinden bu kadar etkilenmemin nedeni. Çünkü bilirim ki izlerken kendimle,karakterlerle, hayatımda var olan herkesle vedalaşırım bende orada. Bu olanlar yüzünden;
Vedaları sevmem sevgili okur. Vedaları sevmeyin. Bilin ki vedalar hiçbir zaman güzel olmayacak,olamayacak kadavralardır.
-Ö
30 Ekim 2013 Çarşamba
29 Ekim 2013 Salı
25 Ekim 2013 Cuma
24 Ekim 2013 Perşembe
Sevgili X;
Geçenler de x kişisi ile oturup sohbet ederken aklıma bir konu takıldı. Daha doğrusu konuştuğumuz sırada bir şeyi fark ettim ve bunu ona yazı ile daha iyi anlatabileceğime karar verdim.
Fark ettim ki o kişi başkalarının düşüncelerinden çok fazla etkilenmeye başlamış yine. Fark ettim ki geçmişine takılmış. Hatta takılmak için çaba harcamış.
Bizler bir çok olay yaşıyoruz sevgili x ve yaşamaya da devam edeceğiz. Her birine takılıp kalırsak yaşanacak birçok güzel günü çöpe atmış oluruz. Evet,o zamanlar kendimizi şartlandırırız belki başka bir şey yaparız. O günler de öyle olduğunu kabul etmekte istemeyiz üstüne. ''Hayır,kendime sınırlar koymuyorum'' deriz. Aslına bakarsan fark ettiğimiz halde fark etmemeye,görmemeye ve göstermemeye çalışırız. Bilirsin herhangi bir konuda ''asla olmayacak'' veya benzeri cümleler ile kendimizi bir kalıba sokmak bana göre kesinlikle yanlış.Çünkü dediğim gibi önümüzde yaşanacak doyasıya eğlenilecek bir hayat var. Her şeyin rayına oturacağı zamanlar var. Ne zaman geleceği belli olmayan başarı,mutluluk,hüzün ve niceleri var. Bu yüzden içinden ne geliyorsa yaşamanı istiyorum. Bu yüzden aklına bir şey geldiğin de hemen anlat ki içinde birikip kendine kurallar koyma istiyorum. İnsanlar kuralların içinde sıkışıp kalabilecek kadar sabırlı ve dayanıklı değillerdir çünkü bana göre. Bir kaba göre şekil alamayan garip varlıklardır. Seninde onların arasına karışma vaktin çoktan geldi sevgili x.
Sonra sonra birçok insan ve düşünceleri,fikirleri,planları girecek işin içine. Kendi düşüncelerini duyamayacak kadar sağır olucaksın belki de. Belki aksine bu olaylar nedeniyle kendi düşüncelerine daha çok ses vereceksin. Zaman ve olaylar ne gösterir inan bilmiyorum ama kimsenin düşünce duvarları arasında sıkışıp kalmamalısın. Evet,bunlar da benim düşüncelerim hatta bakıldığı zaman bende aynı şeyi yapıyor olabilir şuan da. Ama bilirsin ki amacım sadece benliğini ve düşüncelerini daha çok ortaya çıkarmanı istememdir. Herkesi dinle,herkesin düşüncelerine önem ver. Tüm bunları yaparken ''acaba hangisi doğru''diye düşünme. Çünkü bizler hepimize doğru gelen düşünceler ile geleceğiz sana. Sen ise kendine en yakın olanı alacaksın ya da almayacaksın ancak tüm bunları yaparken kendince uyarlayacaksın. Kendin bulacaksın kendi doğrunu. Kimsenin duvarları arasında çarpıp düşmeyeceksin. Hatta sen kendi duvarlarını bile yıkacaksın.
Şuan da büyük ihtimal anlatmak istediklerimi anladığını düşünüyorum. Bilirsin ''gökyüzün''orada hep. Herhangi bir duvarla karşılaştığında gökyüzün ve mavilerin hep yanında olacaktır. Çok şey istemem ama tek ricam düşüncelerine sonuna kadar güven,arkalarında dur,onlardan kaçma ve onları dışa vurmaya devam et. Söylenenlerin etkisi altında kalmadan kendi içinde başlat devrimini.Çünkü devrim aslında insanın kendisidir bana göre x
-Ö
Fark ettim ki o kişi başkalarının düşüncelerinden çok fazla etkilenmeye başlamış yine. Fark ettim ki geçmişine takılmış. Hatta takılmak için çaba harcamış.
Bizler bir çok olay yaşıyoruz sevgili x ve yaşamaya da devam edeceğiz. Her birine takılıp kalırsak yaşanacak birçok güzel günü çöpe atmış oluruz. Evet,o zamanlar kendimizi şartlandırırız belki başka bir şey yaparız. O günler de öyle olduğunu kabul etmekte istemeyiz üstüne. ''Hayır,kendime sınırlar koymuyorum'' deriz. Aslına bakarsan fark ettiğimiz halde fark etmemeye,görmemeye ve göstermemeye çalışırız. Bilirsin herhangi bir konuda ''asla olmayacak'' veya benzeri cümleler ile kendimizi bir kalıba sokmak bana göre kesinlikle yanlış.Çünkü dediğim gibi önümüzde yaşanacak doyasıya eğlenilecek bir hayat var. Her şeyin rayına oturacağı zamanlar var. Ne zaman geleceği belli olmayan başarı,mutluluk,hüzün ve niceleri var. Bu yüzden içinden ne geliyorsa yaşamanı istiyorum. Bu yüzden aklına bir şey geldiğin de hemen anlat ki içinde birikip kendine kurallar koyma istiyorum. İnsanlar kuralların içinde sıkışıp kalabilecek kadar sabırlı ve dayanıklı değillerdir çünkü bana göre. Bir kaba göre şekil alamayan garip varlıklardır. Seninde onların arasına karışma vaktin çoktan geldi sevgili x.
Sonra sonra birçok insan ve düşünceleri,fikirleri,planları girecek işin içine. Kendi düşüncelerini duyamayacak kadar sağır olucaksın belki de. Belki aksine bu olaylar nedeniyle kendi düşüncelerine daha çok ses vereceksin. Zaman ve olaylar ne gösterir inan bilmiyorum ama kimsenin düşünce duvarları arasında sıkışıp kalmamalısın. Evet,bunlar da benim düşüncelerim hatta bakıldığı zaman bende aynı şeyi yapıyor olabilir şuan da. Ama bilirsin ki amacım sadece benliğini ve düşüncelerini daha çok ortaya çıkarmanı istememdir. Herkesi dinle,herkesin düşüncelerine önem ver. Tüm bunları yaparken ''acaba hangisi doğru''diye düşünme. Çünkü bizler hepimize doğru gelen düşünceler ile geleceğiz sana. Sen ise kendine en yakın olanı alacaksın ya da almayacaksın ancak tüm bunları yaparken kendince uyarlayacaksın. Kendin bulacaksın kendi doğrunu. Kimsenin duvarları arasında çarpıp düşmeyeceksin. Hatta sen kendi duvarlarını bile yıkacaksın.
Şuan da büyük ihtimal anlatmak istediklerimi anladığını düşünüyorum. Bilirsin ''gökyüzün''orada hep. Herhangi bir duvarla karşılaştığında gökyüzün ve mavilerin hep yanında olacaktır. Çok şey istemem ama tek ricam düşüncelerine sonuna kadar güven,arkalarında dur,onlardan kaçma ve onları dışa vurmaya devam et. Söylenenlerin etkisi altında kalmadan kendi içinde başlat devrimini.Çünkü devrim aslında insanın kendisidir bana göre x
-Ö
23 Ekim 2013 Çarşamba
Livaneli
''İnsanların birbirlerini ilk tanıma anındaki mesafeyi yok eden şey neydi:konuşmak mı,bir arada zaman geçirmek mi,birbirini daha iyi tanımak mı? Sizden sen'e geçiş gibi,ne zaman ve neden öyle olduğu anlaşılamayan bir şeydi bu''
21 Ekim 2013 Pazartesi
Boşlukta ki Ben..
Bazen kendinizi hiç bir yere ait hissetmezsiniz. Var olup olmadığı bilinmeyen bir yerdeyim ben. Ait değilim , olmadım da zaten hiç.
Mecbur olduğu için taraf seçmiş biriyim ben , insanların düşüncelerine göre hareket eden.. Çok sonra öğrendim kendi duygularıma göre hareket edeceğimi.. Çok geç... Ne yapmam gerek?
Geç kalınmış şeyler var dönüp baktığım zaman yaşantımda. Anlık sinirle alınan saçma kararlar , dönüşü olmayan....
![]() |
| -A. |
20 Ekim 2013 Pazar
Telefon
"Öptüm canım," dedi telefondaki arkadaşım. "Görüşürüz," dedim.
Daha telefon elimdeyken, 'canım' kelimesini tekrar duydum. Bir an sanki
arkadaşım beni konuşmaya geri çağırıyormuş gibi telefona baktım.
"Nerdesin sen?" sorusuyla sesin karşı masadan geldiğini anladım.
'Canım'ı telefondaki arkadaşım bırakır bırakmaz karşı masadaki bayan
almıştı. Pek bırakacağa da benzemiyordu, konuşması boyunca bu kelimenin
farklı versiyonlarını (canım yaa, canımsın, canım benim) defalarca
kullandı. Konuşmanın sonunda bulunduğumuz yeri tarif ederek, "Bekliyorum
canım," dedi. Telefonu kapattı. Yanındaki adam "Kim o?" diye sordu. O
ana kadar mimikleriyle 'canlar gelin bir olalım' sinyalleri yayan
bayanın yüzü bir anda değişti. Önce dudakları bir memnuniyetsizlik
ifadesi aldı, sonra eli 'salla' anlamında bir hareket yaptı ve en
sonunda ağzı açılarak o ana kadar kullandığı bütün 'canım'ları kovalayan
o kelimeleri çıkardı: "Öfff yavşağın teki işte!" O kadar şaşırdım ki,
ne yapacağımı bilemediğimden, bir an hala elimde duran
telefona baktım. Tuş kilidini haber veren büyük anahtarı gördüm
ekranda. Anahtar kaybolunca bayana baktım. Biraz önce telefonda canım
bombardımanına tuttuğu insanın 'yavşaklığını' anlatıyordu. Canım
seviyesinden yavşaklığa ani bir düşüş yaşayan o insan birazdan aramıza
katılacaktı. Ve sanırım bu 'yavşak' insan, buraya ulaşır ulaşmaz tekrar
'canım' olacaktı. Canım sıkıldı...
Telefonlardan dalga dalga yayılan sevgiye her yerde rastlıyoruz. O gün bulunduğum mekanda, farklı masalarda yapılan telefon görüşmelerinde 4 adet 'canım', 2 adet 'aşkım' ve 2 adet 'kuşum' karşıdaki insanlara bir samimiyet tonlamasıyla gönderildi. Sadece İstanbul'daki bir kafede canlar, aşklar ve kuşlar havada uçuştuğuna göre, ülke genelinde korkunç bir sevgi sarfiyatı olmalıydı. Ben de az önce telefonda bri arkadaşımın 'can'ı olmuştum. Karşı masadaki Bayan Canım'ın, telefonu kapatır kapatmaz sevgiden tiksintiye düşen suratını görünce bir an şüpheye düştüm. Acaba ben de birilerinin canı, aşkı ya da kuşu olduktan hemen sonra, aynı kişilerin gerizekalısı, salağı, hatta yavşağı oluyor muydum? Konuşmasına 'kuş' yerleştiren mekandaki başka bir bayan , telefonu kapatır kapatmaz yanındakine "Çattık," deyince şüphelerim iyice kuvvetlendi...
İstanbul'da ilk yılımdı. Çok arkadaşım yoktu. Uzun zamandır İstanbul'da yaşayan bir iki arkadaşımın 'mutlaka görüşelim' temennisini ciddiye alacak kadar yalnızdım. 'Mutlaka görüşelim'in diyaloglarda boşluk doldurmak için sarfedilen temennilerden biri olduğunu biliyordum. Yine de, yaşadığım yalnızlık yüzünden, bu temenninin sahiplerini ara sıra arayıp onlarla buluşmaya çalışıyordum. Bir cuma akşamı evde oturmaktan sıkılınca Taksim'e gitmiştim. Boş bir masa bulabilmek için uzun süre dolandım. Tek kişi olduğum için Nevizade'deki tüm garsonların canı çok sıkkındı. Bir iki tanesi beni kenarlarında insan olan masalara oturtarak yalnızlıktan kurtarmak istedi. Reddettim. Sonunda bir masa bulabildim. Çevremdeki masalarda oturanlar gibi yeryüzüne dik değil de yaklaşık 10 derecelik bir açıyla oturunca, garsonun bu masaya oturmam konusunda neden ısrar ettiğini anladım. 10 derecelik açıyla baktığım garsona bir bira söyledikten sonra, belimin yukarısına ters açı vererek dik oturuyormuş gibi yaptım. Belim ağrıyınca vazgeçtim. Gelen birayı hızla içtim. Sıkıntım geçmiyordu, açılı oturmaktan yorulmuştum. "Mutlaka görüşelim" diyen arkadaşlarımdan birini aradım. "Canım naber," diye açtı telefonu. Konuştuk. Bir arkadaşıyla oturuyormuş. Sonra bir boşluk oldu. Sanırım o boşluğu doldurmak için "Gel istersen," dedi. Hemen "Olur," dedim. Bulundukları yeri tarif etti. Derhal "Tamam," dedim. O aralar karşıdakinin telefonu kapatmasını beklemek gibi garip bir huy edinmiştim. Bekledim. Ağzı telefondan ayrılınca bulunduğu mekanın gürültüsü çoğaldı. İnsan sesleri ve mekanda çalan Yaşar'ın "Nasıl ki evlerin odaları varsa..." diyen sesi arasında, kısa bir an, bir ses daha duydum: "Yaaa..." Arkadaşımın sesiydi. Sonra tüm sesler kesildi. Telefon bir süre daha kulağımda kaldı. Şaşırmıştım, 'y' harfinin yanı başında uzayan 'a' sayısı durumu anlamam için yeterliydi. Yine de kafamda duyduğum sesi tamamladım: "Yaaa aman yaa!" Telefonu kulağımdan çektim. Sonra başka bir versiyonla sesi yine tamamladım: "Yaa öff yaa!" Sonuç değişmiyordu. Tamamı ne olursa olsun, duyduğum 'yaaa' sesi, benim yanlarına gidecek olmamdan duyulan rahatsızlığın başlangıç sesiydi. Bir an ne yapacağımı bilemedim. 10 derecelik açıyla baktığım şu dünyada kendimi yalnız, itilmiş ve bedbaht hissettim. Açımı değiştirmeden hesabı istedim...
İnsanevladı, bazen sevdiği bir insanı bile görmek istemez. Normaldir. Ama bu durumun açığa çıkması pek açıklanabilir değildir. Beni istemeyen arkadaşımın çağırdığı yöne doğru yürüyordum, ama gidip gitmeyeceğimden emin değildim. Nevizade'deki canı sıkkın garsonların bazıları, boşalan masalar yüzünden sevecenleşerek beni yeryüzünde dik duran masalar çağırıyorlardı. Sevecen garsonların, Fatih Terim hakkında birbirine parmak sallayarak konuşan adamların, artık her söyleneni kahkahayla karşılayacak dozaja ermiş kadınların ve dünyaya yeni gelmiş gibi gözlerini kırpıştırarak sürekli beyaz şarap içen turistlerin yanından geçtim. Hala çağrıldığım yere doğru yürüyordum. Yürürken aklıma başka bir 'yaa'lı versiyon geldi: "Yaa bu da nerden çıktı yaa!" İki 'yaa' arasındaki bütün kelimeler aleyhimeydi. 'Yaa'ların arasına sıkışmış bir adam olmak istemiyordum. Gitmeyecektim. Mekanda belirmeyecektim. Mekana girince bana doğru 'buradayız' anlamında kalkan bir el görmek istemiyordum. "Naber canım" diyen bir ağzın iki yanındaki yanakları öpmek istemiyordum. Tuvalete gidince 'hakkımda konuşuyorlar mıdır' diye düşünmek ve tuvalet dönüşünde 'geliyor sus' anlamında hareket eden kaşlar görmek istemiyordum. Böyle iyiydi. Geri dönüp sevecen garsonlardan birine teslim oldum. Ve masamda dimdik oturdum.
Telefonlardan dalga dalga yayılan sevgiye her yerde rastlıyoruz. O gün bulunduğum mekanda, farklı masalarda yapılan telefon görüşmelerinde 4 adet 'canım', 2 adet 'aşkım' ve 2 adet 'kuşum' karşıdaki insanlara bir samimiyet tonlamasıyla gönderildi. Sadece İstanbul'daki bir kafede canlar, aşklar ve kuşlar havada uçuştuğuna göre, ülke genelinde korkunç bir sevgi sarfiyatı olmalıydı. Ben de az önce telefonda bri arkadaşımın 'can'ı olmuştum. Karşı masadaki Bayan Canım'ın, telefonu kapatır kapatmaz sevgiden tiksintiye düşen suratını görünce bir an şüpheye düştüm. Acaba ben de birilerinin canı, aşkı ya da kuşu olduktan hemen sonra, aynı kişilerin gerizekalısı, salağı, hatta yavşağı oluyor muydum? Konuşmasına 'kuş' yerleştiren mekandaki başka bir bayan , telefonu kapatır kapatmaz yanındakine "Çattık," deyince şüphelerim iyice kuvvetlendi...
İstanbul'da ilk yılımdı. Çok arkadaşım yoktu. Uzun zamandır İstanbul'da yaşayan bir iki arkadaşımın 'mutlaka görüşelim' temennisini ciddiye alacak kadar yalnızdım. 'Mutlaka görüşelim'in diyaloglarda boşluk doldurmak için sarfedilen temennilerden biri olduğunu biliyordum. Yine de, yaşadığım yalnızlık yüzünden, bu temenninin sahiplerini ara sıra arayıp onlarla buluşmaya çalışıyordum. Bir cuma akşamı evde oturmaktan sıkılınca Taksim'e gitmiştim. Boş bir masa bulabilmek için uzun süre dolandım. Tek kişi olduğum için Nevizade'deki tüm garsonların canı çok sıkkındı. Bir iki tanesi beni kenarlarında insan olan masalara oturtarak yalnızlıktan kurtarmak istedi. Reddettim. Sonunda bir masa bulabildim. Çevremdeki masalarda oturanlar gibi yeryüzüne dik değil de yaklaşık 10 derecelik bir açıyla oturunca, garsonun bu masaya oturmam konusunda neden ısrar ettiğini anladım. 10 derecelik açıyla baktığım garsona bir bira söyledikten sonra, belimin yukarısına ters açı vererek dik oturuyormuş gibi yaptım. Belim ağrıyınca vazgeçtim. Gelen birayı hızla içtim. Sıkıntım geçmiyordu, açılı oturmaktan yorulmuştum. "Mutlaka görüşelim" diyen arkadaşlarımdan birini aradım. "Canım naber," diye açtı telefonu. Konuştuk. Bir arkadaşıyla oturuyormuş. Sonra bir boşluk oldu. Sanırım o boşluğu doldurmak için "Gel istersen," dedi. Hemen "Olur," dedim. Bulundukları yeri tarif etti. Derhal "Tamam," dedim. O aralar karşıdakinin telefonu kapatmasını beklemek gibi garip bir huy edinmiştim. Bekledim. Ağzı telefondan ayrılınca bulunduğu mekanın gürültüsü çoğaldı. İnsan sesleri ve mekanda çalan Yaşar'ın "Nasıl ki evlerin odaları varsa..." diyen sesi arasında, kısa bir an, bir ses daha duydum: "Yaaa..." Arkadaşımın sesiydi. Sonra tüm sesler kesildi. Telefon bir süre daha kulağımda kaldı. Şaşırmıştım, 'y' harfinin yanı başında uzayan 'a' sayısı durumu anlamam için yeterliydi. Yine de kafamda duyduğum sesi tamamladım: "Yaaa aman yaa!" Telefonu kulağımdan çektim. Sonra başka bir versiyonla sesi yine tamamladım: "Yaa öff yaa!" Sonuç değişmiyordu. Tamamı ne olursa olsun, duyduğum 'yaaa' sesi, benim yanlarına gidecek olmamdan duyulan rahatsızlığın başlangıç sesiydi. Bir an ne yapacağımı bilemedim. 10 derecelik açıyla baktığım şu dünyada kendimi yalnız, itilmiş ve bedbaht hissettim. Açımı değiştirmeden hesabı istedim...
İnsanevladı, bazen sevdiği bir insanı bile görmek istemez. Normaldir. Ama bu durumun açığa çıkması pek açıklanabilir değildir. Beni istemeyen arkadaşımın çağırdığı yöne doğru yürüyordum, ama gidip gitmeyeceğimden emin değildim. Nevizade'deki canı sıkkın garsonların bazıları, boşalan masalar yüzünden sevecenleşerek beni yeryüzünde dik duran masalar çağırıyorlardı. Sevecen garsonların, Fatih Terim hakkında birbirine parmak sallayarak konuşan adamların, artık her söyleneni kahkahayla karşılayacak dozaja ermiş kadınların ve dünyaya yeni gelmiş gibi gözlerini kırpıştırarak sürekli beyaz şarap içen turistlerin yanından geçtim. Hala çağrıldığım yere doğru yürüyordum. Yürürken aklıma başka bir 'yaa'lı versiyon geldi: "Yaa bu da nerden çıktı yaa!" İki 'yaa' arasındaki bütün kelimeler aleyhimeydi. 'Yaa'ların arasına sıkışmış bir adam olmak istemiyordum. Gitmeyecektim. Mekanda belirmeyecektim. Mekana girince bana doğru 'buradayız' anlamında kalkan bir el görmek istemiyordum. "Naber canım" diyen bir ağzın iki yanındaki yanakları öpmek istemiyordum. Tuvalete gidince 'hakkımda konuşuyorlar mıdır' diye düşünmek ve tuvalet dönüşünde 'geliyor sus' anlamında hareket eden kaşlar görmek istemiyordum. Böyle iyiydi. Geri dönüp sevecen garsonlardan birine teslim oldum. Ve masamda dimdik oturdum.
O gün beni istemeyen arkadaşıma attığım mazeret bildiren mesajıma, "Ok. canım..." cevabını aldım. Telefonlarda 'canım', hayatın geri kalanında 'yavşak' olan adamınsa benim gibi işin iç yüzünü öğrenme şansı yoktu. Mekana geldiğinde kendisini "Naber canım," diye karşılayan Bayan Canım'ın yanaklarını öptü. Stratejik yerlere 'canım' serpiştirerek hararetle konuştular, 'yavşaklık' ortadan toz olmuştu. Bir ara Bayan Canım'a bir telefon geldi. Telefonu bu sefer "Aşkım naber?" diye açtı. Aşkım, derken erotik bir dizaynla büzülen dudakları görülmeye değerdi. Telefonun ucundaki kişi, bu dudakları görse bambaşka hayallere dalabilirdi. Dalmışım. Bayan Canım'a bakmayı abarttığımı o da bana bakınca anladım. Rahatsız olmuştu. Kafamı derhal pencereye doğru çevirdim. "Pardon canım," dedim içimden. "Çok pardon... Ben yavşağın tekiyim."
Fırat BUDACI - "Kendimi Durduracak Değilim"
18 Ekim 2013 Cuma
1,5
http://www.youtube.com/watch?v=Vo_0UXRY_rY
İnsanlar bazen farklı ruh hallerine sahip olabilirler. Ne zaman ne yapacaklarını kestiremedikleri durumlar olabilir. Veya kısaca henüz bir denge kuramamış olabilirler. Bugün sevindiğimiz bir şeye yarın öfke duyabiliriz ya da belki de sebepsiz yere tüm günü ona buna sinirlenerek geçirebiliriz. Aslına bakarsanız böyle şeylere zaman zaman ihtiyaç duyar insan. Çünkü kimsenin kimseye herhangi bir neden yüzünden açıklama yapmak zorunda olmamasını istiyorum. En azından bir gün boyunca istediğimiz gibi yaşayalım istiyorum. Evet,kimseyi kırmayalım ama aynı zaman da kimseye yaptıklarımız için hesap da vermeyelim istiyorum.
İnsanlar bunlara ihtiyaç duyarlar çünkü. Özellikle yaşadıkları en ufak bir sorunu bile içine atanlar. Bu dünya için güçlü olmamız gerekebilir ama içinizden geldiği zaman zayıflıklarınızı saklamayın. Onlar insan olmanın getirdiği değerlerdir. Bir arkadaşım ''ağlamak zayıflık değil'' demişti. Aynen öyle.
İçinizden bağırmak geliyorsa;bağırın
İçinizden ağlamak geliyorsa;ağlayın
İçinizden kimseye hesap vermemek geliyorsa;kimseye hesap vermeyin.
Kimse anlamasın belki o an da neler yaşadığımızı ama biz bilelim o rahatlama hissini. Ertesi gün daha farklı uyanalım,daha farklı gülelim. Çünkü en değerli miraslardan biridir gülümsemek.
-Ö
İnsanlar bazen farklı ruh hallerine sahip olabilirler. Ne zaman ne yapacaklarını kestiremedikleri durumlar olabilir. Veya kısaca henüz bir denge kuramamış olabilirler. Bugün sevindiğimiz bir şeye yarın öfke duyabiliriz ya da belki de sebepsiz yere tüm günü ona buna sinirlenerek geçirebiliriz. Aslına bakarsanız böyle şeylere zaman zaman ihtiyaç duyar insan. Çünkü kimsenin kimseye herhangi bir neden yüzünden açıklama yapmak zorunda olmamasını istiyorum. En azından bir gün boyunca istediğimiz gibi yaşayalım istiyorum. Evet,kimseyi kırmayalım ama aynı zaman da kimseye yaptıklarımız için hesap da vermeyelim istiyorum.
İnsanlar bunlara ihtiyaç duyarlar çünkü. Özellikle yaşadıkları en ufak bir sorunu bile içine atanlar. Bu dünya için güçlü olmamız gerekebilir ama içinizden geldiği zaman zayıflıklarınızı saklamayın. Onlar insan olmanın getirdiği değerlerdir. Bir arkadaşım ''ağlamak zayıflık değil'' demişti. Aynen öyle.
İçinizden bağırmak geliyorsa;bağırın
İçinizden ağlamak geliyorsa;ağlayın
İçinizden kimseye hesap vermemek geliyorsa;kimseye hesap vermeyin.
Kimse anlamasın belki o an da neler yaşadığımızı ama biz bilelim o rahatlama hissini. Ertesi gün daha farklı uyanalım,daha farklı gülelim. Çünkü en değerli miraslardan biridir gülümsemek.
-Ö
*
Andy: Meksikalılar Pasific hakkında ne derler biliyor musun ?
Red: Hayır.
Andy: Hafızası olmadığını söylerler. Hayatımın geri kalanını yaşamak istediğim yer burası. Hiç hafızası olmayan sıcak bir yer.
Red: Hayır.
Andy: Hafızası olmadığını söylerler. Hayatımın geri kalanını yaşamak istediğim yer burası. Hiç hafızası olmayan sıcak bir yer.
15 Ekim 2013 Salı
13 Ekim 2013 Pazar
*
Nedendir bilinmez ama bu yazıya bir türlü içeriği tam olarak anlatıcak bir başlık bulamadım. Belki de bunun nedeni şu aralar etrafımda olan olaylara ve gelişmelere de anlam veremeyişimden dolayıdır.
BİR DAKİKA BAKABİLİR MİSİNİZ?
Herkesin ana temasında bu yok mudur biraz da? Merak ve meraklı olmanın getirdiği olaylar.Aslına bakarsanız en ufağından bir gün içerisinde bile bir çok olay yaşayabiliyoruz bizler. Yarattığı etki ne kadar sürüyor farkında değilim ama hayatımızda bazı olaylar olmayadursun yarattığı etkinin süresinin ne zaman biteceğini kestiremiyoruz. Kestiremediğimiz gibi kendimizde son veremiyoruz.
PEMBE BALONLARA KAPILMA
Buna benzer bir olayda sevgidir. Sevgi garip bir olay vesselam. Ne zaman ne olacağını kestiremediğimiz bir duygu. Adı da bir o kadar ilginç ayrıca. Nefretle arasında çok ince bir çizgi barındıran tek duygu bana göre. Her an çizginin diğer tarafına geçebilecek potansiyelde.Ama asıl soru sevgi çizgiyi geçse,renk değiştirse bile biter mi? Sonu var mıdır? Bitti demekle biter mi?
KOLAY BİR İNSAN DEĞİLİM MUHABBETİ
Bazen birilerini ne kadar kolay sevebildiğimize şaşırıyorum. Ortak bir noktamız varsa hemen kanımız kaynıyor ve hemen sevebiliyoruz o insanı. Hani derler ya en tehlikeli duygu umut etmektir diye. Bence yanına bir de sevgiyi eklemek gerek.
HİÇBİR ŞEY HİSSETMİYORUM
Sevgiyi bitirme noktasındayız. Son saniyelerini,dakikalarını,saatlerini,aylarını,yıllarını oynadığı yıllardayız. Bir gün gözümüzü açtığımız da ''gittim ben'' diyebileceği dakikalardayız.
HEPİMİZ İYİYİZ
Derler ya insan önce kendiyle barışık olmalı diye. Kendine doğru söylemeli öncelikle diye. Sevginin bittiği dakikalar da bitsin istiyor muyuz? Dur,diyerek ''bekle biraz daha'' diyoruz diye mi etraf da bu kadar hava da asılı düşünce balonu var?
HESAP LÜTFEN
Hayatımızın sonuç bölümüne de bu şekilde gelmiş oluyoruz ve hesabı ödeyip üstüne sevgimizi bırakıp masadan kalkıyoruz
-Ö
BİR DAKİKA BAKABİLİR MİSİNİZ?
Herkesin ana temasında bu yok mudur biraz da? Merak ve meraklı olmanın getirdiği olaylar.Aslına bakarsanız en ufağından bir gün içerisinde bile bir çok olay yaşayabiliyoruz bizler. Yarattığı etki ne kadar sürüyor farkında değilim ama hayatımızda bazı olaylar olmayadursun yarattığı etkinin süresinin ne zaman biteceğini kestiremiyoruz. Kestiremediğimiz gibi kendimizde son veremiyoruz.
PEMBE BALONLARA KAPILMA
Buna benzer bir olayda sevgidir. Sevgi garip bir olay vesselam. Ne zaman ne olacağını kestiremediğimiz bir duygu. Adı da bir o kadar ilginç ayrıca. Nefretle arasında çok ince bir çizgi barındıran tek duygu bana göre. Her an çizginin diğer tarafına geçebilecek potansiyelde.Ama asıl soru sevgi çizgiyi geçse,renk değiştirse bile biter mi? Sonu var mıdır? Bitti demekle biter mi?
KOLAY BİR İNSAN DEĞİLİM MUHABBETİ
Bazen birilerini ne kadar kolay sevebildiğimize şaşırıyorum. Ortak bir noktamız varsa hemen kanımız kaynıyor ve hemen sevebiliyoruz o insanı. Hani derler ya en tehlikeli duygu umut etmektir diye. Bence yanına bir de sevgiyi eklemek gerek.
HİÇBİR ŞEY HİSSETMİYORUM
Sevgiyi bitirme noktasındayız. Son saniyelerini,dakikalarını,saatlerini,aylarını,yıllarını oynadığı yıllardayız. Bir gün gözümüzü açtığımız da ''gittim ben'' diyebileceği dakikalardayız.
HEPİMİZ İYİYİZ
Derler ya insan önce kendiyle barışık olmalı diye. Kendine doğru söylemeli öncelikle diye. Sevginin bittiği dakikalar da bitsin istiyor muyuz? Dur,diyerek ''bekle biraz daha'' diyoruz diye mi etraf da bu kadar hava da asılı düşünce balonu var?
HESAP LÜTFEN
Hayatımızın sonuç bölümüne de bu şekilde gelmiş oluyoruz ve hesabı ödeyip üstüne sevgimizi bırakıp masadan kalkıyoruz
-Ö
9 Ekim 2013 Çarşamba
7 Ekim 2013 Pazartesi
Büyüksün Adalet!
Bir problem var. Ne zamandır var olduğunu kestiremiyorum ama. Belki çocukluğumdan belki de dünden kalma bir problemdir,belli olmaz.
Nedir adalet?
''Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.'' Peki ülkemizde bu şekilde midir adalet? Ya da kişilere göre nesnel midir artık adalet? Ne yaptık bizler adalet kavramına? Nereye gitti güvenlerimiz ? Neden derinden sarsıp güvenilmez yaptık?
Uzun zamandır aklımda bu sorular. Kendimce cevaplar bulmaya çalıştım. İnsanların görüşlerini dinledim ama sorunun ana temeline ulaşamadım. Ancak yeter artık dememi sağlayacağım olayı bundan tam 3 hafta önce yaşadım. Belki görünürde bu kadar da önemli bir sorun değil,aşılabilecek bir sorundu kimilerine göre belki de kimilerine göre susup oturmam gerekirdi. Hayır arkadaşım,hayır. Ben susup oturamıyorum. Kimse susup oturmamalı çünkü. Neden bilmiyorum ama toplumumuzda karşı taraftaki bir güç esip gürlediği zaman ''boyun eğme'' kavramı gelişmiş. Ve ben buna katlanamıyorum. İşte bu yüzdendir ki son zamanlarda yaşananlarda baş kaldıran insanların yanında oldum hep. Kavga,dövüş değil mesele. Mesele insanların sesini çıkarıp hakkını aramasıdır. Tarafın,düşüncen,hayatın bunlar önemli değil. Önemli olan ''bunun zaten sesi çıkmıyor isteğimizi yaptırırız'' türde ki insanlardan olmamak.
Ben sesimi çıkartmaya devam ediyorum. Çünkü biliyorum ki boyun eğmiş kişi olmak sesimi çıkardığım için insanların saçma bakışlarına maruz kalmaktan daha kötü. Bunun bilincinde olarak hakkımı arıyorum. Bugün yarın yıllar sonra da aynısını yapacağım.
Herkes elinden geleni yapmalı. İlk denemen de sonuca ulaşamasan bile devam et. Çünkü adalet öncelikle kendi içinde başlar insanın.
Bizler doğuştan sahip olduğumuz haklarımıza sahip çıkmalıyız. 1-2 kişiyle olacak şeyler değil bunlar demeyin. Bugün bir kişinin farkında olması ve başkalarının farkında olmasını sağlamak demek yavaş yavaş büyüyen adalet kokusu demektir.
Yukarıda bir soru sormuştum : Ne yaptık bizler adalet kavramına? Nereye gitti güvenlerimiz?
İnsanlığımızı kaybettik çünkü bizler. Hep diyoruz ya insanlık öldü diye. Aynen öyle oldu sevgili okur. Daha önce dediğim gibi bana göre adalet önce insanın kendi içinde başlar. Kanunların yanında vicdanla da alakalıdır biraz. Ve bizler vicdanlarımızı unutmuş sadece hayat gayesi peşinde koşmaya başlamışız. Vicdanlarımızla birlikte adalet kavramını ve güven gibi kelimeleri hayatımızın bir kenarına itmişiz.
İnsanların çoğu hayatını ses çıkarmak yerine kabul ederek geçiriyor. Birinde farkındalık yaratmak bu kavramlar için önemli adımlar atmak demektir. Tek ricam lütfen,boyun eğmeyin. Haklarınıza korkmadan sahip çıkın.
-Ö
Nedir adalet?
''Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.'' Peki ülkemizde bu şekilde midir adalet? Ya da kişilere göre nesnel midir artık adalet? Ne yaptık bizler adalet kavramına? Nereye gitti güvenlerimiz ? Neden derinden sarsıp güvenilmez yaptık?
Uzun zamandır aklımda bu sorular. Kendimce cevaplar bulmaya çalıştım. İnsanların görüşlerini dinledim ama sorunun ana temeline ulaşamadım. Ancak yeter artık dememi sağlayacağım olayı bundan tam 3 hafta önce yaşadım. Belki görünürde bu kadar da önemli bir sorun değil,aşılabilecek bir sorundu kimilerine göre belki de kimilerine göre susup oturmam gerekirdi. Hayır arkadaşım,hayır. Ben susup oturamıyorum. Kimse susup oturmamalı çünkü. Neden bilmiyorum ama toplumumuzda karşı taraftaki bir güç esip gürlediği zaman ''boyun eğme'' kavramı gelişmiş. Ve ben buna katlanamıyorum. İşte bu yüzdendir ki son zamanlarda yaşananlarda baş kaldıran insanların yanında oldum hep. Kavga,dövüş değil mesele. Mesele insanların sesini çıkarıp hakkını aramasıdır. Tarafın,düşüncen,hayatın bunlar önemli değil. Önemli olan ''bunun zaten sesi çıkmıyor isteğimizi yaptırırız'' türde ki insanlardan olmamak.
Ben sesimi çıkartmaya devam ediyorum. Çünkü biliyorum ki boyun eğmiş kişi olmak sesimi çıkardığım için insanların saçma bakışlarına maruz kalmaktan daha kötü. Bunun bilincinde olarak hakkımı arıyorum. Bugün yarın yıllar sonra da aynısını yapacağım.
Herkes elinden geleni yapmalı. İlk denemen de sonuca ulaşamasan bile devam et. Çünkü adalet öncelikle kendi içinde başlar insanın.
Bizler doğuştan sahip olduğumuz haklarımıza sahip çıkmalıyız. 1-2 kişiyle olacak şeyler değil bunlar demeyin. Bugün bir kişinin farkında olması ve başkalarının farkında olmasını sağlamak demek yavaş yavaş büyüyen adalet kokusu demektir.
Yukarıda bir soru sormuştum : Ne yaptık bizler adalet kavramına? Nereye gitti güvenlerimiz?
İnsanlığımızı kaybettik çünkü bizler. Hep diyoruz ya insanlık öldü diye. Aynen öyle oldu sevgili okur. Daha önce dediğim gibi bana göre adalet önce insanın kendi içinde başlar. Kanunların yanında vicdanla da alakalıdır biraz. Ve bizler vicdanlarımızı unutmuş sadece hayat gayesi peşinde koşmaya başlamışız. Vicdanlarımızla birlikte adalet kavramını ve güven gibi kelimeleri hayatımızın bir kenarına itmişiz.
İnsanların çoğu hayatını ses çıkarmak yerine kabul ederek geçiriyor. Birinde farkındalık yaratmak bu kavramlar için önemli adımlar atmak demektir. Tek ricam lütfen,boyun eğmeyin. Haklarınıza korkmadan sahip çıkın.
-Ö
5 Ekim 2013 Cumartesi
1 Ekim 2013 Salı
Bir Örnek Toplumlarda Moda Anlayışı
Çoğu insanın aklına moda denildiğinde ne geldiğini gerçekten çok merak ediyorum. Siyahla beyazın her zaman kombinlenebileceği ya da eteğin ya diz altı ya da diz üstünde olması gerektiğimi bilemiyorum ama görünürde çoğu insanın modadan anlayışı 'popi' olan 'herkesin giydiğini' giymek. Neden? Çünkü herkes o sarı tişörtten giyiyor efenim.Herkes giyiyorsa bunda bir hikmet vardır. Alma arkadaşım hemen alma işte. Görüyorsun herkesin üzerinde ucuzluk mallarından kalma gibi. Hoşlanıyor musun yolda yürürken 100 kişiden 60 kişinin üzerinde senin üzerinde olan şeylerden olmasından?
Kimine göre de 'moda kendine yakışandır' evet bana en mantıklı gelen şey bu. Moda olduğu için üzerinde çirkin duran bir şeyi giyeceğine hiç giyme daha iyi. Mesela çicekli tayt giyme,mesela geyikli hırka giymesinler,bayraklı şortlar giymeyin. Tamam yakışabilir kendine çok yakıştırabilirsin her şeye tamam ama etrafa bir bakın. Bir örnek kıyafetten milyonlarca. Düşündükce ve gördükce afakanlar basıyor bana.Bir de bizim toplumumuzda illa uyacak şekilde renkler tercih etmelisin. Mesela siyah giyiyorsan sarı mavi ya da başka bir renkten önce illa bir beyaz olucak. Çünkü o bir tabu yıllardır yıkılmayan. Bende bugün kalkıp pembe ile yeşili kombinlemem kesinlikle ama illa belli renklerle belli renkler kombin yapılacak diye bir şey yok. Bir tarzın olur o tarza uydurur çıkarsın dışarı. Yürümeye çıkarken düğüne gider gibi giyinen insanın düğündeki halini düşünemiyorum bile. Abartıya kaçmadan kendi modanızı yaratın derim ben. Son olarak da bu yazıyı okuyan 'sanki sen çok modadan anlıyorsun' diye söylenebilir. Öyle bir şey kesinlikle iddaa etmiyorum ama gördüğümü yazmaktan da çekinmiyorum. Kısacası herkes kendi modasını yaratsa bu kadar 'bir örnek'toplum olmaktan çıkarız.
-Ö
Mavideki 'O' Pembe
5 yaşındaydım. salıncakta sallanırken gökyüzünü izlemekten boynum tutulurdu bazıları. kimi zaman bulutların üzerinde olduğuna inandığım dedeme ulaşmak için kimi zamanda mavinin göz alıcı büyüsüne kapıldığım için daha daha yukarı sallanırdım. sanırım bu zamanlardan sonra mavi huy oldu bende. aynı Edip üstadın söylediği gibi;
Maviyi soruyordun,gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi?
Bir renk değildir mavi huydur bende
belki de bundan çok daha basittir bende ki şu mavi serüveni. belki ilk gördüğüm renktir mavi,belki ilk söylediğim renk,belki de daha basittir. belkide bazı şeyleri bulmak için en baş yerine en sona gitmeliyiz. yaşamış bulunduğumuz en son güne. şu son günlere. sanırım buldum. evreka! aslında küçüklüğümden beri çok anlamlı olan gökyüzünün beni bir çok şekilde ifade etmesinin farkına varıyorum tamda şu son günlerde. 'son' günlerin biraz daha derinine girmek istiyorum daha doğrusu daha da yükselmeye. hani hayallerimizde bile düşleyemediğimiz gerçekleşmeler vardır. nerde denk gelir bize? sorusu temelidir ya o düşlerin. kimisinin tanısı imkansızdır kimisinin olanaksız değişir herkese göre. hani ton, tondur ya mavi, insanlar da öyle işte değişik,farklı ve bir o kadar birbirine ait. benim de sahip olduğum bu açık mavi hayal gerçekleşti. bu sanki minik bir perinin omuzlarıma konması gibiydi. hiç bir zaman ırkçılık yapmadım. hiç bir zaman ön yargılı olmadım. bundan memnunum. biriyle tanıştım gökyüzü gibiydi o. hiç birinin mavi tonunu hissettiniz mi? bir program üzerine yaşadığım yere gelen Tanzanyalı biri. ellerimiz yanlışlıkla bir araya gelince olu verdi hepsi, tüm bu yazıyı yazdıranlar. aklımın ucundan geçmezdi ama kaderdi., yanımda olsanız hissederdiniz. beynim,kalbim,rengim sürekli onu tekrar görmem hakkında beni dürtüyordu adeta. onunda bana aşık olması hatta o kadar abartmayalım hoşlanması mümkün müydü sizcede? mümkünmüş. şimdi o fotoğraflara bakıyorum,videolara oldukça uzağız ve bir o kadar biriz. ten rengi önemli değildi çünkü biz maviydik. iletişim kurmamız önemli değildi çünkü gözlerimizle anlaşabiliyorduk. heyecandan konuşamamalar,konuştuğumuzda ise oluşan mutluluklar. bu ırkçılık dolu dünya için çok saf bir histi. inanın beyaz ya da siyah insanların bakışı delip geçemiyor sizi. program bitince artık km'le hesaplanan bi uzaklığımız oldu ama yine de onun yanında olduğum saatler aklıma geldikçe kocaman bir gülücük oluşur yüzümde. ve eve dönerken fark ettimde gökyüzü ilk defa pembeydi, insanlar pembeydi ,kediler pembeydi, kendi kendine konuşan o tuhaf teyzenin saçları pembeydi, gelin arabası pembeydi, pembeyi sevmememe rağmen her şey pembeydi ve bu beni güldürüyordu. sanırım o tozpembe gözlüğü en sonunda bende takmıştım.pembe olmak güzeldi özellikle mavilerden doğan pembe..
-Beril
Kaydol:
Yorumlar (Atom)









