İnsanı bu hayatta olgunlaştıran birçok şey vardır.Bunlardan bazıları acı,keder,mutluluk,ölüm ve aşk olarak sıralanabilir. Ben bugün aşkın insanı nasıl olgunlaştırdığını yazmak istiyorum. Çocukluk aşkı. Aslında baktığımız zaman fazla önemsenmeyecek şekildedir. Neticede küçüksünüz ve şimdiki duygu düşüncelere sahip değilsiniz.O an beğenme duygusunu bile aşk zannedebilirsiniz. O anın verdiği büyüyle yaşayıp gidersiniz.Hep gülersiniz,her hareketi yanlış anlarsınız.Tüm bu güzel şeyler arasında aslında bizlere ne kadar çok şey kattığını fark etmezsiniz.
Çocukluk Aşkıma Yolculuk
Kendi çocukluk aşkımdan yola çıkarak yazmaya başladım bu yazıyı. O yüzden sanırım hep örnekler üzerinden gideceğim.
Çocukluktan Olgunluğa Geçiş Döneminde Aşk
Çocukken yaşadığımız o aşklar aslında hayata nasıl bakmamız gerektiğini öğretir bize. Yaşadığın o saf duyguların önemini anlatır.Çünkü yıllar sonra dönüp baktığında anlayacaksın ki asla o kadar saf yaşamayacaksın aşkı ve sevgiyi.Araya hep bir şeyler girecek.Sebepsizce mutlu olduğun anlarda azalmalar görülecek önce. Sonraları her şeye evet dediğin ve alttan aldığın zamanlar son bulacak. Bunlar kendi içinde sorun olmaya başlayacak yavaş yavaş.Şimdi küçük olduğumuzu varsayalım. Düşün ki şuan çocuksun ve aşıksın okur. Hissediyor musun burnuna gelen saflığın kokusunu? Şimdi de büyüdüğünü ve aşık olduğunu varsayalım. Peki şimdi hissediyor musun burnuna gelen kıskançlıkların ve triplerin kokusunu?
Benim Olan Benimdir
Ben çocukluk aşkımla büyüdüm.Onunla çok şey öğrendim.Bilgimin üstüne çok daha fazlasını ekledim. En önemlisi aşkın en saf halini tattım.Ve sanırım bu yüzden bir türlü vazgeçemiyorum. Çünkü benim olan benimdir okur. Bunun yanı sıra çocukluk anılarından vazgeçmek çok zordur. Hayatını var etmiş ve var etmeye devam edecek olan şeylerdir çünkü. Onunla arkadaş olmak demektir. Tüm duyguları ilk kez tatmak demektir. Hatta ilk defa aşk kelimesini kullanmaktır.İlk defa gökyüzünü renkli görmek demektir.Belki de işte tam da bu yüzden çok değerli çocukluk aşklarımız.Bu nedenler için bile onları geçmişte bırakmamalıyız. Bir daha o kadar saf duyguları nasıl yaşayacağız bilmiyorum.Bu yüzdendir ki aşka inanmayan insanların çocukluk aşkını tatmadıklarını düşünüyorum.
Peki Evrensel Mutluluk Var Mıdır?
Önceki yazılarımda evrensel mutluluk var mıdır diye sormuştum.Sanırım kendi yazımda yine kendime cevap buldum.Evet,evrensel mutluluk var. Evrensel mutluluk çocukluk aşkı okur. Ne kadar fark etmeseniz de evrensel mutluluğun yanından geçtiniz ve onu tanımamazlıktan geldiniz.Lütfen,geri dönün ve o an neler yaşadığını düşünün.En azından hayallerimizde var olabilsin evrensel mutluluk.Hiç olmazsa bir demet renkli balonlar tutuştursun elinize.Hatta hiç olmazsa kısa bir süre çocukluk anlarınıza geri dönüş yapın.Bakın uzaktan gelen çocukluk aşkınız ve elinde çikolata var. Gülüyor ve çikolatasını sizinle paylaşıyor.Uzatılan çikolatayı alın ve gülümseyerek yemeye başlayın. Başlayın ki evrensel mutluluğa adım atabilelim.
-Özlem
28 Nisan 2014 Pazartesi
17 Nisan 2014 Perşembe
16 Nisan 2014 Çarşamba
9 Nisan 2014 Çarşamba
7 Nisan 2014 Pazartesi
Keating
Kitaplar. Evet bu sefer sadece kitaplardan değil aynı zamanda olmak istediğim bir karakterden de bahsedeceğim. Belki kiminin süper güçleri olan kahramanları vardır ama benim bütün kahramanlarım kitap sayfalarının içinde rafta yerini almış beni beklemekte.Okuduğum tüm kitaplarda kendime yakın bir karakter bulmuşumdur hep.Şimdi söz konusu o kitaplardan bir karakter seçmek. Sanırım hayatım da en sevdiğim film ve kitap olarak kalıcak olan Ölü Ozanlar Derneği'nden seçeceğim karakterimi. İçerisinde hepsini ayrı ayrı seviyorum ama birini seçmek gerekirse John Keating'i seçerdim. Hayır öğretmen olmak istediğim için değil. Aslında ilk başlarda okurken kendimle özleştiremediğim bir karakterdi. Aksine Knox'un avukat olmak istemesiyle kendimi ona daha yakın hissediyordum. Ancak ilerleyen sayfalarda benim kahramanımın sadece mesleki değil aynı zaman da düşüncelerininde uygun olması gerektiğini fark ettim. Hocam,büyük ihtimalle evet evet büyük ihtimal John Keating olacağım bu yazıyı yazarken. Kısa bir süre empati değil de beden değiştirmiş gibi sayıyorum bu ödevi.
Neden Keating?
Carpe diem. En anlamlı işleyen kişiliklerden biri. Zaman kavramını yaşarken aslında durdurmanın da ne demek olduğunu anladığım ilk karakter. İdeal öğretmen portresi. İdeal öğretmenin de ötesinde ideal insan. Dünya güzeli düşüncelere sahip bir adam çünkü Keating. Bizi diğer insanlardan ayırdığını düşündüğümüz özelliklerin aslında ne kadar biz olduğunu,o farklılıklarla topluma farklı bir parça eklediğimizi,ne olursa olsun yanımızdaki insanlara destek olmamız gerektiği,bir topluluk içerisindeyken aslında fark etmeden nasıl bir süre sonra onlara ayak uydurduğumuz gibi bana birçok şey katan bir karakter. Öğrencilerine her şeyden önce birey olarak destek veren ve onları hep destekleyen bir öğretmen. Belki edebiyat aşkında da kaynaklı biraz. Alışılmışın dışında öğretme teknikleri de olabilir. Edebiyatı,hayatı ders kitaplarına sıkıştırmak istemeyen bir karakter bana göre. Özgüven sorununun ne kadar önemli olduğunu Todd a yazdırdığı şiirden anlamıştım örneğin. Sıranın üstüne çıkıp dünyaya farklı pencerelerden bakmanın ne kadar önemli olduğunu da anladım tabiki. Her izlediğim de düşüncelerimin üstüne nicelerini eklemiş olan ilk karakterdir ayrıca benim için. Sıkı yönetimli ve inanılmaz disiplinli bir okuldan mezun olması ve o okula öğretmen olarak gelmesi hayata bakış açısını değiştirmedi. Disiplin karşısında düşüncelerine zincir vurmadı. Öğrencilerine de özgür düşüncelere sahip olmalarını öğütledi. Zaman ve düşünceyi birleştirdi. Resimlerdeki insanların aslında anı koktuğunu öğretti. Ve bence bu yüzden
''Topla gül goncalarını toplayabilirken,
Zaman uçup gidiyor
Bugün sana gülümseyen çicekler
Yarın soluveriyor. ''
Hayatımıza seyirci kalmamamızı,dışarıdan değil tam içeriden oynamayı,sevdiğimiz şeyleri yapmayı,bırakmak istediğimiz şeyleri bırakmayı tutkulu olduğumuz şeylere bağlanmayı öğretmiştir.
Ölü Ozanlar Derneği sadece ideal öğretmen üzerine kurulu değil bana göre. İnsanlara söylenmek istenilen şeyler Keating gibi bir karakterin üzerinden anlatılmış.Kleınbaum a ne kadar teşekkür etsem az sanırım.
Bir de Neil karakteri var ki onun yeri bambaşka. Ailesinin baskısı altında ezilip kalmış bir çocuk. Sesini çıkartamayan ve ailesinin çizdiği hayatta yüremek zorunda kalan bir birey. Ancak Keating in okula gelmesiyle birlikte ayaklarına ve kollarına vurulan zincirlerden kurtulmuştur. Ölü Ozanlar Derneğinin tekrar kurulmasına öncülük etmiştir. Tiyatroya duyduğu aşk yüzünden de onu Beril'e benzetirim hep. Beril gibi inançlıdır çıktığı yolda. Önüne ne çıkarsa çıksın hepsini aşmıştır çünkü o sahneye çıkmak için. Ve puck karakterine inanılmaz bir şekilde hayat vermiştir.
Filmin ve kitabın son olarak bittiği sahne her şeyi özetler şekilde aslında.Koskoca bir sistemin insanların üzerine nasıl yıkıldığını anlatan o duygu yüklü sahne. Öğretmenlerine haksızlık yapılmasına katlanamayan öğrencilerin teker teker sıranın üstüne çıkarak o inanılmaz repliği söylemesidir tüm olay. 'Hey kaptan bizim kaptan'
Keating'in ''teşekkür ederim çocuklar'' derken ki gülüşü ise bir sistemin nasıl küçümsendiğinin kanıtıdır. Koskoca bir hayatın ve düşüncelerin saatlere ve sayfalara sığdırılmasıdır. Evet hocam Keating olurdum hayallerimdeki kahraman olan Keating olurdum şimdi daha da eminim
-Ö
Neden Keating?
Carpe diem. En anlamlı işleyen kişiliklerden biri. Zaman kavramını yaşarken aslında durdurmanın da ne demek olduğunu anladığım ilk karakter. İdeal öğretmen portresi. İdeal öğretmenin de ötesinde ideal insan. Dünya güzeli düşüncelere sahip bir adam çünkü Keating. Bizi diğer insanlardan ayırdığını düşündüğümüz özelliklerin aslında ne kadar biz olduğunu,o farklılıklarla topluma farklı bir parça eklediğimizi,ne olursa olsun yanımızdaki insanlara destek olmamız gerektiği,bir topluluk içerisindeyken aslında fark etmeden nasıl bir süre sonra onlara ayak uydurduğumuz gibi bana birçok şey katan bir karakter. Öğrencilerine her şeyden önce birey olarak destek veren ve onları hep destekleyen bir öğretmen. Belki edebiyat aşkında da kaynaklı biraz. Alışılmışın dışında öğretme teknikleri de olabilir. Edebiyatı,hayatı ders kitaplarına sıkıştırmak istemeyen bir karakter bana göre. Özgüven sorununun ne kadar önemli olduğunu Todd a yazdırdığı şiirden anlamıştım örneğin. Sıranın üstüne çıkıp dünyaya farklı pencerelerden bakmanın ne kadar önemli olduğunu da anladım tabiki. Her izlediğim de düşüncelerimin üstüne nicelerini eklemiş olan ilk karakterdir ayrıca benim için. Sıkı yönetimli ve inanılmaz disiplinli bir okuldan mezun olması ve o okula öğretmen olarak gelmesi hayata bakış açısını değiştirmedi. Disiplin karşısında düşüncelerine zincir vurmadı. Öğrencilerine de özgür düşüncelere sahip olmalarını öğütledi. Zaman ve düşünceyi birleştirdi. Resimlerdeki insanların aslında anı koktuğunu öğretti. Ve bence bu yüzden
''Topla gül goncalarını toplayabilirken,
Zaman uçup gidiyor
Bugün sana gülümseyen çicekler
Yarın soluveriyor. ''
Hayatımıza seyirci kalmamamızı,dışarıdan değil tam içeriden oynamayı,sevdiğimiz şeyleri yapmayı,bırakmak istediğimiz şeyleri bırakmayı tutkulu olduğumuz şeylere bağlanmayı öğretmiştir.
Ölü Ozanlar Derneği sadece ideal öğretmen üzerine kurulu değil bana göre. İnsanlara söylenmek istenilen şeyler Keating gibi bir karakterin üzerinden anlatılmış.Kleınbaum a ne kadar teşekkür etsem az sanırım.
Bir de Neil karakteri var ki onun yeri bambaşka. Ailesinin baskısı altında ezilip kalmış bir çocuk. Sesini çıkartamayan ve ailesinin çizdiği hayatta yüremek zorunda kalan bir birey. Ancak Keating in okula gelmesiyle birlikte ayaklarına ve kollarına vurulan zincirlerden kurtulmuştur. Ölü Ozanlar Derneğinin tekrar kurulmasına öncülük etmiştir. Tiyatroya duyduğu aşk yüzünden de onu Beril'e benzetirim hep. Beril gibi inançlıdır çıktığı yolda. Önüne ne çıkarsa çıksın hepsini aşmıştır çünkü o sahneye çıkmak için. Ve puck karakterine inanılmaz bir şekilde hayat vermiştir.
Filmin ve kitabın son olarak bittiği sahne her şeyi özetler şekilde aslında.Koskoca bir sistemin insanların üzerine nasıl yıkıldığını anlatan o duygu yüklü sahne. Öğretmenlerine haksızlık yapılmasına katlanamayan öğrencilerin teker teker sıranın üstüne çıkarak o inanılmaz repliği söylemesidir tüm olay. 'Hey kaptan bizim kaptan'
Keating'in ''teşekkür ederim çocuklar'' derken ki gülüşü ise bir sistemin nasıl küçümsendiğinin kanıtıdır. Koskoca bir hayatın ve düşüncelerin saatlere ve sayfalara sığdırılmasıdır. Evet hocam Keating olurdum hayallerimdeki kahraman olan Keating olurdum şimdi daha da eminim
-Ö
3 Nisan 2014 Perşembe
Eminönü'nün En Güzel Abisi Enleri
*İlk olarak Kadıköy'e diye çıkılan yolda bir an da kendimizi vapurda bulduk. Nasıl oldu diye sormayın insan bazen ne yaptığının farkında olamayabiliyor.
*Kadıköy'e gittiğimizde bütün yol boyunca ayakta olduğumuz için fazlasıyla yorgunduk. Sahilde gözümüze bir bank kestirdik ve orada dinlenmeye karar verdik.Bankı kapması konusunda da Beril'i görevlendirdik ama kadere bakın ki beril kadının yanında geçip hiçbir şey olmamış gibi bize dönüp o efsanevi cümleyi söyledi. ''Kadını iki çocuğu vardı. Yapamazdım''
*Metroya ilk bindiğimizde Enes tarafından en arkada durmak zorunda kaldık. Gelin görün ki metro adeta insan seliydi. En arkada nefes alacak yerimiz bile yoktu. Dönüşte Enes'e ''en arkaya geçme sakın''dememize rağmen sevgili Enes metroya girdiğinde şaşkınlıktan olduğu yerde kaldı. Gelin görün ki bize de yine nefessiz bir yolculuk kaldı
*Eminönü'ne daha önce gezmek için gelmiş olan Enes'e güvendik ve çıktık yola. Yürüdük,yürüdük,dağ bayır tepe aştık ve gelin görün ki yemek yemek için bile bir yer bulamadan o kadar yolu umutsuzca geri döndük.
* Hazır buralara kadar gelmişiz bir fotoğraf çekilmezsek olmak dedik. Önce kendi kendimize çekmeye çalıştık ama baktık olacak gibi değil. Yanımızda oturanlardan birine rica ettik. Sevgili Ross çakması olan abimiz fotoğrafımızı çekerken sinir krizleri geçirdi.Her deneme de başarısızlıkla sonuçlansa da tam o sırada bir teyze geçti ve yine o efsane cümlelerden birini söyledi ''Çıktık mı gız?''
*Tüm bunları yaptıktan sonra ise ilk durağımız olan Kadıköy'e geri döndük
*Açlıktan ölmek üzere olduğumuz için ilk bulduğumuz yere girmeye karar verdik ve o şanslı mekan Pizza Hut oldu. Sohbetimiz ise sadece pizzalar gelene kadar oldu. En son hatırladığım herkesin pizzasına yumulmuş olduğuydu
*Ve Pizza Hut başrolü de güne damgasını vurmuş oldu. (arkadaşlar siz anladınız)
*Ortadan kaybolan Ragıb'ın geri dönüşü ise tam bir afetti. Sevgili arkadaşımız başrol ve göbeğiyle karşılamış. Yüz ifadesini siz düşünün artık
*Derken dönüş vakti geldi ve daha önce de dediğim gibi Enes en arkada yerini aldı. Sıcaktan bayılmak üzere olan bizler yine bir derece daha iyi iken sevgili Enes o kalabalıkta büyük çeviklikler ile hırkasını çıkardı. Zafer inananlarındır
*Metro beklerken ise çok daha farklı şeylere imza atmış bulunduk. Metroya otostop çeken arkadaşlarım var benim okur.
*Eminönü nasıl bir yerde sorusu artık ''Eminönünü nasıl bilirdiniz'' şekline büründü
*Metronun sonunda olduğumuz için en büyük heyecanımız merdivenlere bizim ulaşacak olmamızdı. Lakin çıktığımızda deli gibi koşmaya başladık ve merdivenlerin olduğu taraf yerine geldiğimiz yönün tam tersine koşmuş olacağız ki bir başka metro ile karşılaşmış bulunduk
* -Senin telefon hatlı mı?
+Ne?
-Telefon diyorum telefon,hatlı mı
+Hatlı tabiki
-Ay hayır faturalı mı diyecektim işte
Not:Olaylar kronolojik sıraya göre değildir.
Yaşanan her şeye rağmen yaşadığım en samimi gezilerden biriydi. Adalar pikniğinde görüşmek üzere...
-Ö
*Kadıköy'e gittiğimizde bütün yol boyunca ayakta olduğumuz için fazlasıyla yorgunduk. Sahilde gözümüze bir bank kestirdik ve orada dinlenmeye karar verdik.Bankı kapması konusunda da Beril'i görevlendirdik ama kadere bakın ki beril kadının yanında geçip hiçbir şey olmamış gibi bize dönüp o efsanevi cümleyi söyledi. ''Kadını iki çocuğu vardı. Yapamazdım''
*Metroya ilk bindiğimizde Enes tarafından en arkada durmak zorunda kaldık. Gelin görün ki metro adeta insan seliydi. En arkada nefes alacak yerimiz bile yoktu. Dönüşte Enes'e ''en arkaya geçme sakın''dememize rağmen sevgili Enes metroya girdiğinde şaşkınlıktan olduğu yerde kaldı. Gelin görün ki bize de yine nefessiz bir yolculuk kaldı
*Eminönü'ne daha önce gezmek için gelmiş olan Enes'e güvendik ve çıktık yola. Yürüdük,yürüdük,dağ bayır tepe aştık ve gelin görün ki yemek yemek için bile bir yer bulamadan o kadar yolu umutsuzca geri döndük.
* Hazır buralara kadar gelmişiz bir fotoğraf çekilmezsek olmak dedik. Önce kendi kendimize çekmeye çalıştık ama baktık olacak gibi değil. Yanımızda oturanlardan birine rica ettik. Sevgili Ross çakması olan abimiz fotoğrafımızı çekerken sinir krizleri geçirdi.Her deneme de başarısızlıkla sonuçlansa da tam o sırada bir teyze geçti ve yine o efsane cümlelerden birini söyledi ''Çıktık mı gız?''
*Tüm bunları yaptıktan sonra ise ilk durağımız olan Kadıköy'e geri döndük
*Açlıktan ölmek üzere olduğumuz için ilk bulduğumuz yere girmeye karar verdik ve o şanslı mekan Pizza Hut oldu. Sohbetimiz ise sadece pizzalar gelene kadar oldu. En son hatırladığım herkesin pizzasına yumulmuş olduğuydu
*Ve Pizza Hut başrolü de güne damgasını vurmuş oldu. (arkadaşlar siz anladınız)
*Ortadan kaybolan Ragıb'ın geri dönüşü ise tam bir afetti. Sevgili arkadaşımız başrol ve göbeğiyle karşılamış. Yüz ifadesini siz düşünün artık
*Derken dönüş vakti geldi ve daha önce de dediğim gibi Enes en arkada yerini aldı. Sıcaktan bayılmak üzere olan bizler yine bir derece daha iyi iken sevgili Enes o kalabalıkta büyük çeviklikler ile hırkasını çıkardı. Zafer inananlarındır
*Metro beklerken ise çok daha farklı şeylere imza atmış bulunduk. Metroya otostop çeken arkadaşlarım var benim okur.
*Eminönü nasıl bir yerde sorusu artık ''Eminönünü nasıl bilirdiniz'' şekline büründü
*Metronun sonunda olduğumuz için en büyük heyecanımız merdivenlere bizim ulaşacak olmamızdı. Lakin çıktığımızda deli gibi koşmaya başladık ve merdivenlerin olduğu taraf yerine geldiğimiz yönün tam tersine koşmuş olacağız ki bir başka metro ile karşılaşmış bulunduk
* -Senin telefon hatlı mı?
+Ne?
-Telefon diyorum telefon,hatlı mı
+Hatlı tabiki
-Ay hayır faturalı mı diyecektim işte
Not:Olaylar kronolojik sıraya göre değildir.
Yaşanan her şeye rağmen yaşadığım en samimi gezilerden biriydi. Adalar pikniğinde görüşmek üzere...
-Ö
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

