29 Kasım 2013 Cuma

M harfi

Şimdi sen bu yazıyı okuyacaksın ve bunu kime yazmış diye düşüneceksin. Hatta tanıdıklarımdan kim okusa ben miyim diye sorgulayacak ama cevabını sonunda vereceğim zaten.
Çoğu insana geç kaldığımızı düşünüyorum. Belki bir iki sene daha önce karşılaşmak varken neden 2 sene sonra diye düşünüyorum. Tamam olması gereken hatta kader denilen şey budur.Bilemiyorum. Ancak senin geçmişinde çok daha önce bulunmak isterdim. Yaşanan tüm vedaları,saçma sapan olayları,gereksiz insanları çıkarıp atmak isterdim. Taa o zamandan başla isterdim yapılacaklar listesi yapmaya başlamanı. Sana şimdiye kadar çok az yazı yazdım ama sebebi yazmaya değer görmediğim için değildi tabiki,bilirsin. Gariptir çünkü sen sıkıntılarını,üzüntülerini gülerek,güldürerek geçirmeye çalışan bir insansın ve ben bu yüzden kaleme alınacak bir şey bulamadım sanırım. Seni öyle gülücük aleminden alıp böyle bir ortama getirmek istemedim gibi olası ihtimaller var kafam da. Şimdi fikrini ne değiştirdi dersen aslında bunlar hep aklımda olan şeylerin şuan bir yerlere yansıması derim bende sana.
Dünyanın en şanslı insanlarından birisin çünkü birbirinden değerli 5 kardeşe sahipsin. Biri olmasa diğer illa ki olucak cinsten. Ben de çok şanslıyım çünkü senin gibi bir dosta sahibim. Şimdi buralara teşekkürler yağdırmak istemiyorum çünkü teşekkür edecek bir sürü vaktimiz olacak. Gülücükler bırakmak istiyorum buraya bilirim sen çok seversin. At bırakıyorum alıp beslersin diye. Hatta ve hatta M harfi bırakıyorum alıp ismine eklersin diye. İlk defa ismine kendim ismimden bir harf ekledim sanırım. Sende o M harfini koruyup baya benimsedin bakıyorum. Ama ismini öyle daha çok seviyorum be Ayşem. Daha benim canım ciğerim oluyorsun öyle. Daha da çok güleceksin gibi geliyor. Sonra etrafa bakıyorum Özberay görüyorum bir yerlerde. Dönüp gurur duyuyorum. Çünkü sizler hayatımda bir çok ilkin ve mutluluğun karelerine sahipsiniz.Seni çok çok sevip değer verdiğimi buraya yazamayacağımı biliyorum. Az önce bir bulut gönderdim onun içinde çok daha fazlası vardır çünkü. Şunu yaptık bunu yaptık da demeyeceğim. Öyle klasik doğum günü yazısı olsun istemiyorum. Saçma sapan sadece bizim anlayacağımız bir yazı olsun istiyorum. Sökük diktiren cinsten bir yazı olsun istiyorum. Eskilitilif bir yazı olsun istiyorum. Sonra konuşmamızı açıyorum ''büyük konuşma''balonuna denk geliyorum. Hahahaha büyük konuşma ayşeeeeeeem
Şimdi gözlerini kapat çok sıkı bir de üstüne bir şarkı tuttur kendince gülümse arkana yaslan ve yapacağımız nice güzel anıları düşün. Çünkü hepimiz bunlara değeriz cicim

24 Kasım 2013 Pazar

Düşünsel Bulutlar

Yıllardır hep savunduğum şeyler oldu tonlarca.Kimisini uygulamanın zamanı geldi kimisi ise henüz raflarda uygulanmayı bekler şekilde bulunuyor. Bu bazı düşünce kalıplarından biri de ''Karşındaki kişi ile bir problemin olduğu zaman ona söylemek,kim olursa olsun''
    Önceleri o kadar anlamlı gelmezdi bana.Netice de bir şekilde olaylar tatlıya bağlanır falan filandı işte. Sonraları anlamaya başladım aslında ne kadar anlamlı olduğunu. Sonra sonra fark etmeye başladım asıl altında yatan nedenleri.
    Yine bir gün bir değişiklik yapalım ve bir yerden uygulamaya başlayalım dedim. Uygulamaya karar verdim. Ne mutlu ki bunu düşüncelerle konuştuğum insanların çoğu sakin ve anlaşılır kişilerdi. Anlayışla karşılayıp belki de çoğu olayı çözüme ulaştırıp olması ihtimal bir sürü sorunu da ortadan kaldırdık. Belki kimi zaman bunlar küçük sorunlardı ama konuşmaya değerlerdi. Çünkü sevgili okur,anlatmadığım ve anlattığım zamanlardaki farkları dikkate almaya başladım. Anlattım;rahatladım,kafamı bunlara yormadım,sinirlenmedim. Anlatmadım; sinirlendim,gereksiz yere kendimi sıktım,en ufak şeylere takılır kendimle iç savaş verir hale geldim.
Peki şimdi neden uygulayamıyorum? Şimdi ne değiştirdi düşüncelerimi?
    Hemen açıklık getireyim. Zaman ve kişiler değiştirdi okur. Oysa ki çok bağlıydım bu düşünce kalıbına. Ama şimdi kişiden kişiye esneklik göstermeye başladım. Hoşnut muyum? Asla. Ancak sanırım artık kendime sıkıntı etmekten vazgeçmeye karar verdim. Öyle kişilerle karşılaşıyoruz ki bazen ''aman boşver'' diyerek kenara atıyoruz.
   Kimi zamansa fark etmeden erteliyorum tüm konuşulacak konuları. Sonra bir bakıyorum her şeyi anlamsızlaştırmaya çalışıyorum. Çok sinirleniyorum.  Karşımdakilerle uğraşmak yerine kendimle uğraşmayı tercih ediyorum. Basite kaçıyorum sanırım biraz. Tüm bu olanlardan sonra bir düşünce bulutu gelip ''haksızlık etme! Nedenini bilmediğin şeylerden dolayı ne kendini ne de başkasını cezalandıramazsın'' tam evet,evet dediğim sırada ''şimdiye kadar kaç kere denedin ve kaçıncı şansı çöpe attın'' diyen bir ses duyuyorum. Elime kitabımı alıp ''Bu işler mantıkla değil duygu ve düşünce ile olur daha zamanı var''diyorum.
Şuan da tüm bunları konuşmam gereken kişiler var. Kim bilir belki annem belki babam belki arkadaşım belki kendim. Dışarıdan bakıldığında doğru zamanı bekliyorum ama kendi içimde hep bir yerlere kaçıyorum sanırım. Uğraş vermek istemiyorum. Konuş konuş nereye varıcak acaba diye düşünmek istemiyorum. Kısaca okur bu seferlik duygu ve düşüncelerime değil,mantığıma teslim oluyorum

Day Of The Doctor



"12'si de burada. Hayır 13. de."

Doctor Who 50th Anniversary

15 Kasım 2013 Cuma

Friends!

Yabancı dizileri izlemeye başlamamız belki de hayatımız da büyük adımlardan bazılarını atmak demekti. Bende birçok nedenden ötürü başladım bu tür dizileri izlemeye. Her insan gibi kendimle içselleştirdiğim ve çok sevdiğim diziler oldu şimdiye kadar. Ta ki Friends'i fark edene kadar. İzlemeye başladığım andan itibaren geç başlamakla ne kadar büyük bir hata yaptığımı anladım. Çünkü onlar hayatımda bir yere hemen girip yerleştiler.
Belki yeri geldi bazı sezonlar da ağladım,güldüm ama bu Friends'in dünyanın en iyi komedi dizisi olduğunu değiştirmedi hiçbir zaman. Haftalardır izlemeye kıyamadığım finali izledim az önce. Evet,her şeyin bir sonu olduğunu gibi dizilerinde bir sonu vardı. Hatta belki bu kadar bağlanmamalıydı.Finali izlerken bende veda ettim onlarla evlerine,Central Perk'a ve nicelerine. Çok sulu gözümdür bu konularda. Yine bana düşeni yapıp ağlayarak bitirdim finali.
Joey'in tüm saçmalıklarını,Ross'un milyonunca kez evlenişlerini,Monica'nın kontrol manyağı olmasını,Chandler'ın komik olmayan ama kendine özgü şakalarını,Rachel'ın tepkilerini,Phoebe'nin çığlıklarını,birbirleriyle dalga geçişlerine kadar her şeyiyle özleyeceğim tek dizi.
Yarın tekrar başlayacağımı bildiğim tek dizi.
Bana arkadaşlığa dair çok şey öğreten tek dizi.

Good Bye Pond


13 Kasım 2013 Çarşamba

Sıradan Bir Ressamın Paletindeki Gökyüzü.

Merhaba sevgili okur, hadi gel seninle biraz anlam hakkında konuşalım. Anlamak ile anlam vermek aynı şey midir? Tabi ki hayır,haklısın.
  Hani bir hikaye var.3 kişi vardır çölde yürüyen. Biri kör, biri sağır, biri dilsiz. Yanlış hatırlamıyorsam kör sağıra, dilsizin öldüğünü nasıl anlatacaktı soru. Soruyorum kör biri sağır arkadaşına dilsizin öldüğünü nasıl anlatır? Siz cevap vermeden devam edeyim. Peki ya dilsizin öldüğünü düşündüren nedir? Neden ona öldüğünün anlamını katarız? Bu anlam gerçekten, gerçekten nereden çıkar? Sırf  'Hey ahbap! ben buradayım ve komik olan ne biliyor musun? Hala yaşıyorum!' demediği için mi? Yoksa artık soyut ya da somut ona anlam katamadığımız için mi? Bir ressam olsaydım eğer bir göl ya da kıyısı olan bir orman çizseydim -ki daha çok bulut ya da  metafiziksel şeyler çizeceğimi düşünüyorum- ve bu tablodaki her şeyi mavi tonunda olsaydı o zaman ağaçlara mavilik anlamı katmaz mıydım? Bi düşün hemen,şuan. Eğer o ağaçlar mavi olsaydı onu hala sıradan bir ağaç olarak görebilir miydin? Tam şu köşedeki ağaç gibi mesela? Muhtemelen göremez çoğu insan çünkü ağacı ağaç yapan sert,iri ve yeşil olmasıdır bu da onların iliniksel özelliğidir.
  "'Filler neden büyük,gri ve kırışıktır?'
 'Çünkü ufak,beyaz ve yuvarlak olsalardı aspirin olurlardı' "
  O halde neden dilsiz bi insandan konuşmamasını beklemek yerine onun öldüğünü,yok olduğun ya da reenkarnasyona uğradığını düşünürüz? Bu konuya bu anlamı yüklememize kuvvet veren nedir? İşte tam bu karmaşada kendi deyimimi kullanacağım DALİ'Yİ ANLAMAK! Çünkü tüm o bambaşka düşünce,hayat ve duygulara rağmen bir tablodan bin, milyon, trilyon anlam çıkarabildiğimiz Salvador Dali tabloları gibi bu sorulara da bambaşka görüşlerle anlam katıp cevaplayabileceğiz.. İşte tüm bu karmaşaya rağmen tüm fikirlere, ayrımlara rağmen cevaplayabiliyorsak Salvador Daliyi o tabloda bulup,  anlayabiliriz..
     Saygı ve Sevgilerimle... Beril  Ö...

"....."

Hepimizin ölmeye ihtiyacı var; hepimiz huzur istiyoruz...
- Ali Turan

10 Kasım 2013 Pazar

10kasım


''Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda,gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim'' 

9 Kasım 2013 Cumartesi

Sandviç

   Hayat bir sandviç benim gözümde. İstediğin kadar kat atabileceğin,tadına ve şekline yön verebileceğin koca bir sandviç. Neden mi? Çünkü her katmanın tadı farklıdır. Her katında bizim yaptıklarımızın ve koyduğumuz malzemelerin tadını alırız. Hayatta böyle değil midir? Yapsan da yapmasan bir şeylerin karşılığını hep alırsın.Ama acı ama tatlı. Belki öyle güzeldir ki bu sandviçin tadı yedikçe yemek istersin,yeni malzemeler eklersin.
   Biteceğini fark etmeden yedikçe yersin hatta yarısında doyarsın belki. Tam da bu anlar da elinin tersiyle itip atarsın o sandviçi. Ya da tam aksine doymamışsındır da gözün o an da başka bir sandviçe takılmıştır. İnsanız ya hepimiz.
   Benim de sandviçim de çok farklı bölümler vardı okur. Geçenlerde ne zamandır sandviç yemediğimi ve bu zaman da onu ne kadar özlediğimi fark ederek aldım elime. Korktum,çünkü bıraktığım gibi bulamayabilirdim. Nitekim attım ağzıma ilk lokmayı. Tadı çocukluğumda yediklerimin aynısıydı. Ben çocukken çok sandviç yerdim okur. Oyun oynamaktan fırsat bulamadığım için daha da çok severek yerdim önüme gelen sandviçi. İşte tam da o tat oluştu ağzımda.
   Durup dedim ki '' Evet,senin hayatım olduğunu bildiğim halde bir kenara bırakıp yeni tatlar aramaya başlamışım'' Fark ettim ki bana sitemliydi. Dünyanın en güzel sandviçini bırakıp başka şeylere yöneldiğim için kızıyordu bana. Haklıydı da. Velhasıl tam özlediğim bölüme gelmiştim ki uzaktan,çok derinden gelen ve kulaklarımı tırmalayan çığlığın sesi dolaştı kulaklarımda
    ''Biz sizi ararız''

7 Kasım 2013 Perşembe

YAPI

Ne yana dönsek
bir yapı kuruyoruz seninle
Heaney'in İskele'sine benzeyen:
Sımsıcak, yalın ama tılsımlı;
Üç beş dize hemen çit, 
duvarları yerini iyi bilen 
kapalı iki parantez, 
dört virgül yani dört pencere
ve iki nokta üst üste kapı
diye kurulan.
Görüyorsun ya
ne yana dönsek
bacası masmavi duman
tüten bir yapı
kuruluyor bizden.

 Eren Ufuk Can 

5 Kasım 2013 Salı

Mutluluk Ülkesi Yolculuk Rehberi

  Selam sana Mutluluk Ülkesi'nin cesur yürekli kaşifi! Şimdi sana bu olağanüstü ülkede karşına çıkacak bazı önemli uğrak noktaları hakkında bilgiler vereceğim. Fakat unutmamalısın ki bilgi,Mutluluk Ülkesi'ndeki yolcuğuluğun da sadece bir yere kadar yardımcı olabilir,onu bütün bütününe tanıyabilmek,zirvelerine tırmanabilmek,güneşiyle içini ısıtmak,ağaçlarının altında gölgelenebilmek,olgun meyvelerinin tadına varabilmek ve serin sularında kana kana içebilmek için esas iş aklına,sezgilerine ve yüreğine düşecektir.
  Mutluluk Ülkesi,sevgili yolcu,bir adadır;bu nedenle de oraya yüzerek ulaşman gerekmektedir. (hayır sevgili yolcu,bu adaya herhangi bir deniz ya da hava taşıtıyla mobilize olman pek mümkün değil).Aşman gereken denizin ası ise Acılar Denizi'dir.
  Sen kutlu insan,belki bugüne kadar hep içten içe insanların başlarına gelen felaketleri hak ettiğine inandın.Bunu yüksek sesle dile getirmemiş olabilirsin elbette.Ama o sokaklarda o saatte gezen birini gaspa uğramasını,on dakikada bir sigara içen birinin kansere yakalanmasını,hatta fikirlerine az çok sempatiyle yaklaştığın devlet karşıtlarının kurşunlanmasını dahi bir ölçüde normal kabul etmedin mi?
  Dur yolcu! Hoşuna gitmeyen birkaç söz duydun diye hemen bu rehberi çöpe atma.Niyetim seni yargılamak ya da herhangi bir dava uğruna kendini feda etmeni istemek değil. Sadece bir düşün istedim. Hep sana karşı katılığından yakındığın hayata acaba sen gereken yumuşaklıkla yaklaşabildin mi diye... Düşün;çünkü Acılar Denizi'ni kulaçlarken karşılaşacağın azgın dalgalar,fırtınalar ver her biri diğerinden öldürücü derin deniz şeytanlarıyla boğuşurkeni elinde vicdanından başka silahın olmayacak.
  Hasbelkader,ey yolcu,Acılar Denizi'nde boğulmadan Mutluluk Ülkesi'nin boylu boyunca bir dantel gibi uzanan kıyılarına ulaşmayı başarırsan,önünde upuzun bir yol göreceksin.Bu Sabır Yolu'dur.
  Sabır Yolu'nda ilerlerken bazı yol ayrımlarıyla karşılaşacaksın. Az ya da çok gidilen,hangisini seçtiğini bir önemi yok,sevgili yolcu. Kafana göre takıl. Her durumda uzun bir yolculuk olacak bu. Karnını bitki kökleriyle doyurup susuzluğunu yağmur sularıyla giderirken,bir yere varmayı umut ederek yürüyecek,yürüyeceksin. Yolda aklına pek çok şey takılacak. Öyle mi,böyle mi diye düşündükçe,bütün sorunların aslında aynı tek bir soruya dönüştüğünü fark edeceksin: Neden? Soru kendini yanıtladığında ey şanslı maceracı,acın dinecek. Ve sen her şeyden umudu kestiğin,ama zaten artık umuda da ihtiyaç duymadığın o noktada yolun sona erdiği ve karşında aşılması gereken,kocaman bir tepe durduğunu fark edeceksin.Bu,Sevda Tepesi'dir.
  Sevda Tepesi'nin yamaçları dik,toprakları çoraktır.Gündüzleri kavrularak,geceleri iliklerine kadar titreyerek,aç ve susuz günlerce tırmanacaksın. Yolda bazı tavşan,keçi ve çakallarla karşılaşacaksın. Bunların tümü karşı yönden,yani senin gitmeye çalıştığın yerden geliyor olacak. İfadelerinden dehşet,öfke ve hatta nefret okuyacağın bu yaratıklar,sende tuhaf bir nostalji duygusu yaratabilir. Fazla takılma. Onların tepeye tırmanırken tavşan,keçi ya da çakal değil,tıpkı senin gibi insan olduklarını bilmen yeterli. Sadece artık hak ettikleri surete bürünmüşlerdir. Zirveye vardığında şöyle bir nefeslenip çevrene bak. Tepenin diğer tarafından geldiğin yönden çok daha dik olduğunun,hatta buranın düpedüz bir yar olduğunun ayırdına varacaksın. Korkma. Otur ve Mutluluk Ülkesi'ni kuş bakışı görmenin tadını çıkar. Yüreğin o güne kadar hiç tanımadığın,bambaşka bir duyguyla titreyene kadar kal orada. Kendini yaşama ve ölüme aynı derece hazır hissettiğinde ayağa kalk ve yara doğru bir adım at. İşte kendini bıraktığın o boşluk Aşk Uçurumudur.
 Alper Canıgüz