Fazla anlamlı bir yazı olmayacağını bildiğim için şimdiden özür dilerim.
Herkesin hayatına birileri giriyor,birileri çıkıyor. Sonra olaylar yaşanıyor,bitiyor,yitiyor,gidiyor. Ben bu sırada gözlere takılıyorum.Bir insanın içini görmek ne demek bilir misin? Gözlerinden içini görmek ve işte şimdi bitti diyebilmek?Arkanı dönüp gidersin. Gidersin ama o gözleri de yıllarca peşinde getirirsin. Sonra büyürsün,duyguların hareketlerin değişir.O ne yapsa hatta üstüne üstlük 3konuşmadan 2sinde üzülsen bile salaksın ya hep tamam dersin.O kadar insanın konuşmalarını evet tamam diyerek dinledim. Bilir misin O lanet duyguyu? O lanet haftayı? Bir insan birinden ne kadar nefret eder diye düşünürsen sizlere bunu anlatmama imkan yok. Belki de yakınlık derecesine göre değişiyordu farkında değildim. Ama ne kadar çok değer verirsen o kadar çok nefret ediyorsun. Sevgi göreceli bir kavramken nefret öyle değildi bana göre. Hala da değil. Eşit nefret edersin hep. Aynı sıklıkla aynı oranda. Unutmazsın çünkü. Yapılanı,yaptığını hiçbir zaman unutmazsın. Unuttum derken bile nefret edersin.
Bazen bir şey hissedersin ama onu kelimeye dökemezsin ya öylesin işte. Ne kadar sen ve senin düşüncelerin olmuşum. Yazık olmuş,ahmaklık olmuş. Sen bunlara değer miydin? Peki sen neyin farkındasın sevgili kuul ? Çok mu yakışıklısın,güzelsin? Çok mu kültürlüsün? Nesin sen? Ne zaman bu kadar tanınmaz oldun? Ne zamandan beri seni insanlara karşı savunur oldum? Ne zamandan beri çığlık atar oldum? Karşındakinin suratına baktığından tüm saçma sapan yaşanan olayları görmeyi nereden bilebilirsin? İster nefret kusuyorsun de istersen başka bir şey. Kim olduğun,ne olduğun inan önemli değil. ya da sen sevmek ne demek bilecek misin? Hayatında hiç saf sevebilecek misin? Nefret,sinir,öfke doluyuz. Bizler tartıştığımızda karşımızdakinin canını nasıl yaksak ile doluyuz. Hep mutlu olmanı isterdim önceden. Sonra sonra fark ettim ki beni fark etmediğin kadar mutsuz ediyorsun ve ben hala seni düşünüyorum. Özür dilerim ama bana yaşattıklarının aynısını umarım sende yaşarsın. Pişmanlığın en büyüğünü yaşarsın ve anlarsın. Okurken neydi bu şimdi diyebilirsiniz. Bu kelimeler herkes. Sensin,o,bu,şu. Hepinizsiniz. Hepinizin sesi,çığlığı. Denize atılmamış bir mektup,söylenmemiş kelimeler,tutulmamış sözler. Nefret kötü,çok kötü. Keşke saf yaşayabilseydik. Keşke bu kadar kirli duygulara bulaşmadan çekip gidebilseydik.Tekrar özür diliyorum bu kadar yüksek sesle konuştuğum için. Ama şimdi bitti arkadaşlar. Bitti çünkü ne söylenecek söz ne de çığlık atılacak insan kaldı. Rahatladım.İşte tüm bu nedenler yüzünden NO WOMAN NO CRY.Şimdiye kadar senin için neler yaptığımı,ne savaşlar verip kendi benliğimi geriye attığımı anlayabilirsin çünkü bizden bir şey olacağı yok.Ben artık "Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum"
20 Aralık 2013 Cuma
8 Aralık 2013 Pazar
RIP ..
Bir hüzünlü veda bu. En fenası da tanımadığın aslında tanıyor gibi hissettiğin insanlara uzaktan veda etmek. gerçek bir veda mı onu bile bilememek?.. Benim için anlamı çok başka olan filmdi. taa derinlerimde bir sürü hayal kurduğum ve bıkmadan, usanmadan izlediğim o film. Mesela ilerde kim bilir bi 10 yıl sonra koltuğumda uzanmış kocaman gülümsemeyle izleyecektim bu seriyi ben. 2 kocaman kase patlamış mısır, belki bir iki bira, yumuşacık yastıklar ve çooook uzun dakikalar. Belki yanımda 'sevdicek' olan insan. Şimdi görmek dahi acı veiyor.
Fast & Furious... PAUL WALKER... Yazabilecek ne var bilmiyorum.
Sanırım artık hayatımızda efsanevi bir Brian O'conner yok.
Vin Diesel'ın dediği gibi cennet bir melek kazandı..
Umarım ki tüm o asılsız denilen haberler doğrudur ve umarım ki her şey film reklamı içindir.
Paul Walker.. seni asla unutmayacağız.. Asla...
Sürç-i lisan ettiysem affola
Saygı ve Sevgilerimle -Beril
2 Aralık 2013 Pazartesi
29 Kasım 2013 Cuma
M harfi
Şimdi sen bu yazıyı okuyacaksın ve bunu kime yazmış diye düşüneceksin. Hatta tanıdıklarımdan kim okusa ben miyim diye sorgulayacak ama cevabını sonunda vereceğim zaten.
Çoğu insana geç kaldığımızı düşünüyorum. Belki bir iki sene daha önce karşılaşmak varken neden 2 sene sonra diye düşünüyorum. Tamam olması gereken hatta kader denilen şey budur.Bilemiyorum. Ancak senin geçmişinde çok daha önce bulunmak isterdim. Yaşanan tüm vedaları,saçma sapan olayları,gereksiz insanları çıkarıp atmak isterdim. Taa o zamandan başla isterdim yapılacaklar listesi yapmaya başlamanı. Sana şimdiye kadar çok az yazı yazdım ama sebebi yazmaya değer görmediğim için değildi tabiki,bilirsin. Gariptir çünkü sen sıkıntılarını,üzüntülerini gülerek,güldürerek geçirmeye çalışan bir insansın ve ben bu yüzden kaleme alınacak bir şey bulamadım sanırım. Seni öyle gülücük aleminden alıp böyle bir ortama getirmek istemedim gibi olası ihtimaller var kafam da. Şimdi fikrini ne değiştirdi dersen aslında bunlar hep aklımda olan şeylerin şuan bir yerlere yansıması derim bende sana.
Dünyanın en şanslı insanlarından birisin çünkü birbirinden değerli 5 kardeşe sahipsin. Biri olmasa diğer illa ki olucak cinsten. Ben de çok şanslıyım çünkü senin gibi bir dosta sahibim. Şimdi buralara teşekkürler yağdırmak istemiyorum çünkü teşekkür edecek bir sürü vaktimiz olacak. Gülücükler bırakmak istiyorum buraya bilirim sen çok seversin. At bırakıyorum alıp beslersin diye. Hatta ve hatta M harfi bırakıyorum alıp ismine eklersin diye. İlk defa ismine kendim ismimden bir harf ekledim sanırım. Sende o M harfini koruyup baya benimsedin bakıyorum. Ama ismini öyle daha çok seviyorum be Ayşem. Daha benim canım ciğerim oluyorsun öyle. Daha da çok güleceksin gibi geliyor. Sonra etrafa bakıyorum Özberay görüyorum bir yerlerde. Dönüp gurur duyuyorum. Çünkü sizler hayatımda bir çok ilkin ve mutluluğun karelerine sahipsiniz.Seni çok çok sevip değer verdiğimi buraya yazamayacağımı biliyorum. Az önce bir bulut gönderdim onun içinde çok daha fazlası vardır çünkü. Şunu yaptık bunu yaptık da demeyeceğim. Öyle klasik doğum günü yazısı olsun istemiyorum. Saçma sapan sadece bizim anlayacağımız bir yazı olsun istiyorum. Sökük diktiren cinsten bir yazı olsun istiyorum. Eskilitilif bir yazı olsun istiyorum. Sonra konuşmamızı açıyorum ''büyük konuşma''balonuna denk geliyorum. Hahahaha büyük konuşma ayşeeeeeeem
Şimdi gözlerini kapat çok sıkı bir de üstüne bir şarkı tuttur kendince gülümse arkana yaslan ve yapacağımız nice güzel anıları düşün. Çünkü hepimiz bunlara değeriz cicim
-Ö
Çoğu insana geç kaldığımızı düşünüyorum. Belki bir iki sene daha önce karşılaşmak varken neden 2 sene sonra diye düşünüyorum. Tamam olması gereken hatta kader denilen şey budur.Bilemiyorum. Ancak senin geçmişinde çok daha önce bulunmak isterdim. Yaşanan tüm vedaları,saçma sapan olayları,gereksiz insanları çıkarıp atmak isterdim. Taa o zamandan başla isterdim yapılacaklar listesi yapmaya başlamanı. Sana şimdiye kadar çok az yazı yazdım ama sebebi yazmaya değer görmediğim için değildi tabiki,bilirsin. Gariptir çünkü sen sıkıntılarını,üzüntülerini gülerek,güldürerek geçirmeye çalışan bir insansın ve ben bu yüzden kaleme alınacak bir şey bulamadım sanırım. Seni öyle gülücük aleminden alıp böyle bir ortama getirmek istemedim gibi olası ihtimaller var kafam da. Şimdi fikrini ne değiştirdi dersen aslında bunlar hep aklımda olan şeylerin şuan bir yerlere yansıması derim bende sana.
Dünyanın en şanslı insanlarından birisin çünkü birbirinden değerli 5 kardeşe sahipsin. Biri olmasa diğer illa ki olucak cinsten. Ben de çok şanslıyım çünkü senin gibi bir dosta sahibim. Şimdi buralara teşekkürler yağdırmak istemiyorum çünkü teşekkür edecek bir sürü vaktimiz olacak. Gülücükler bırakmak istiyorum buraya bilirim sen çok seversin. At bırakıyorum alıp beslersin diye. Hatta ve hatta M harfi bırakıyorum alıp ismine eklersin diye. İlk defa ismine kendim ismimden bir harf ekledim sanırım. Sende o M harfini koruyup baya benimsedin bakıyorum. Ama ismini öyle daha çok seviyorum be Ayşem. Daha benim canım ciğerim oluyorsun öyle. Daha da çok güleceksin gibi geliyor. Sonra etrafa bakıyorum Özberay görüyorum bir yerlerde. Dönüp gurur duyuyorum. Çünkü sizler hayatımda bir çok ilkin ve mutluluğun karelerine sahipsiniz.Seni çok çok sevip değer verdiğimi buraya yazamayacağımı biliyorum. Az önce bir bulut gönderdim onun içinde çok daha fazlası vardır çünkü. Şunu yaptık bunu yaptık da demeyeceğim. Öyle klasik doğum günü yazısı olsun istemiyorum. Saçma sapan sadece bizim anlayacağımız bir yazı olsun istiyorum. Sökük diktiren cinsten bir yazı olsun istiyorum. Eskilitilif bir yazı olsun istiyorum. Sonra konuşmamızı açıyorum ''büyük konuşma''balonuna denk geliyorum. Hahahaha büyük konuşma ayşeeeeeeem
Şimdi gözlerini kapat çok sıkı bir de üstüne bir şarkı tuttur kendince gülümse arkana yaslan ve yapacağımız nice güzel anıları düşün. Çünkü hepimiz bunlara değeriz cicim
-Ö
25 Kasım 2013 Pazartesi
24 Kasım 2013 Pazar
Düşünsel Bulutlar
Yıllardır hep savunduğum şeyler oldu tonlarca.Kimisini uygulamanın zamanı geldi kimisi ise henüz raflarda uygulanmayı bekler şekilde bulunuyor. Bu bazı düşünce kalıplarından biri de ''Karşındaki kişi ile bir problemin olduğu zaman ona söylemek,kim olursa olsun''
Önceleri o kadar anlamlı gelmezdi bana.Netice de bir şekilde olaylar tatlıya bağlanır falan filandı işte. Sonraları anlamaya başladım aslında ne kadar anlamlı olduğunu. Sonra sonra fark etmeye başladım asıl altında yatan nedenleri.
Yine bir gün bir değişiklik yapalım ve bir yerden uygulamaya başlayalım dedim. Uygulamaya karar verdim. Ne mutlu ki bunu düşüncelerle konuştuğum insanların çoğu sakin ve anlaşılır kişilerdi. Anlayışla karşılayıp belki de çoğu olayı çözüme ulaştırıp olması ihtimal bir sürü sorunu da ortadan kaldırdık. Belki kimi zaman bunlar küçük sorunlardı ama konuşmaya değerlerdi. Çünkü sevgili okur,anlatmadığım ve anlattığım zamanlardaki farkları dikkate almaya başladım. Anlattım;rahatladım,kafamı bunlara yormadım,sinirlenmedim. Anlatmadım; sinirlendim,gereksiz yere kendimi sıktım,en ufak şeylere takılır kendimle iç savaş verir hale geldim.
Peki şimdi neden uygulayamıyorum? Şimdi ne değiştirdi düşüncelerimi?
Hemen açıklık getireyim. Zaman ve kişiler değiştirdi okur. Oysa ki çok bağlıydım bu düşünce kalıbına. Ama şimdi kişiden kişiye esneklik göstermeye başladım. Hoşnut muyum? Asla. Ancak sanırım artık kendime sıkıntı etmekten vazgeçmeye karar verdim. Öyle kişilerle karşılaşıyoruz ki bazen ''aman boşver'' diyerek kenara atıyoruz.
Kimi zamansa fark etmeden erteliyorum tüm konuşulacak konuları. Sonra bir bakıyorum her şeyi anlamsızlaştırmaya çalışıyorum. Çok sinirleniyorum. Karşımdakilerle uğraşmak yerine kendimle uğraşmayı tercih ediyorum. Basite kaçıyorum sanırım biraz. Tüm bu olanlardan sonra bir düşünce bulutu gelip ''haksızlık etme! Nedenini bilmediğin şeylerden dolayı ne kendini ne de başkasını cezalandıramazsın'' tam evet,evet dediğim sırada ''şimdiye kadar kaç kere denedin ve kaçıncı şansı çöpe attın'' diyen bir ses duyuyorum. Elime kitabımı alıp ''Bu işler mantıkla değil duygu ve düşünce ile olur daha zamanı var''diyorum.
Şuan da tüm bunları konuşmam gereken kişiler var. Kim bilir belki annem belki babam belki arkadaşım belki kendim. Dışarıdan bakıldığında doğru zamanı bekliyorum ama kendi içimde hep bir yerlere kaçıyorum sanırım. Uğraş vermek istemiyorum. Konuş konuş nereye varıcak acaba diye düşünmek istemiyorum. Kısaca okur bu seferlik duygu ve düşüncelerime değil,mantığıma teslim oluyorum
-Ö
Önceleri o kadar anlamlı gelmezdi bana.Netice de bir şekilde olaylar tatlıya bağlanır falan filandı işte. Sonraları anlamaya başladım aslında ne kadar anlamlı olduğunu. Sonra sonra fark etmeye başladım asıl altında yatan nedenleri.
Yine bir gün bir değişiklik yapalım ve bir yerden uygulamaya başlayalım dedim. Uygulamaya karar verdim. Ne mutlu ki bunu düşüncelerle konuştuğum insanların çoğu sakin ve anlaşılır kişilerdi. Anlayışla karşılayıp belki de çoğu olayı çözüme ulaştırıp olması ihtimal bir sürü sorunu da ortadan kaldırdık. Belki kimi zaman bunlar küçük sorunlardı ama konuşmaya değerlerdi. Çünkü sevgili okur,anlatmadığım ve anlattığım zamanlardaki farkları dikkate almaya başladım. Anlattım;rahatladım,kafamı bunlara yormadım,sinirlenmedim. Anlatmadım; sinirlendim,gereksiz yere kendimi sıktım,en ufak şeylere takılır kendimle iç savaş verir hale geldim.
Peki şimdi neden uygulayamıyorum? Şimdi ne değiştirdi düşüncelerimi?
Hemen açıklık getireyim. Zaman ve kişiler değiştirdi okur. Oysa ki çok bağlıydım bu düşünce kalıbına. Ama şimdi kişiden kişiye esneklik göstermeye başladım. Hoşnut muyum? Asla. Ancak sanırım artık kendime sıkıntı etmekten vazgeçmeye karar verdim. Öyle kişilerle karşılaşıyoruz ki bazen ''aman boşver'' diyerek kenara atıyoruz.
Kimi zamansa fark etmeden erteliyorum tüm konuşulacak konuları. Sonra bir bakıyorum her şeyi anlamsızlaştırmaya çalışıyorum. Çok sinirleniyorum. Karşımdakilerle uğraşmak yerine kendimle uğraşmayı tercih ediyorum. Basite kaçıyorum sanırım biraz. Tüm bu olanlardan sonra bir düşünce bulutu gelip ''haksızlık etme! Nedenini bilmediğin şeylerden dolayı ne kendini ne de başkasını cezalandıramazsın'' tam evet,evet dediğim sırada ''şimdiye kadar kaç kere denedin ve kaçıncı şansı çöpe attın'' diyen bir ses duyuyorum. Elime kitabımı alıp ''Bu işler mantıkla değil duygu ve düşünce ile olur daha zamanı var''diyorum.
Şuan da tüm bunları konuşmam gereken kişiler var. Kim bilir belki annem belki babam belki arkadaşım belki kendim. Dışarıdan bakıldığında doğru zamanı bekliyorum ama kendi içimde hep bir yerlere kaçıyorum sanırım. Uğraş vermek istemiyorum. Konuş konuş nereye varıcak acaba diye düşünmek istemiyorum. Kısaca okur bu seferlik duygu ve düşüncelerime değil,mantığıma teslim oluyorum
-Ö
23 Kasım 2013 Cumartesi
21 Kasım 2013 Perşembe
17 Kasım 2013 Pazar
15 Kasım 2013 Cuma
Friends!
Yabancı dizileri izlemeye başlamamız belki de hayatımız da büyük adımlardan bazılarını atmak demekti. Bende birçok nedenden ötürü başladım bu tür dizileri izlemeye. Her insan gibi kendimle içselleştirdiğim ve çok sevdiğim diziler oldu şimdiye kadar. Ta ki Friends'i fark edene kadar. İzlemeye başladığım andan itibaren geç başlamakla ne kadar büyük bir hata yaptığımı anladım. Çünkü onlar hayatımda bir yere hemen girip yerleştiler.
Belki yeri geldi bazı sezonlar da ağladım,güldüm ama bu Friends'in dünyanın en iyi komedi dizisi olduğunu değiştirmedi hiçbir zaman. Haftalardır izlemeye kıyamadığım finali izledim az önce. Evet,her şeyin bir sonu olduğunu gibi dizilerinde bir sonu vardı. Hatta belki bu kadar bağlanmamalıydı.Finali izlerken bende veda ettim onlarla evlerine,Central Perk'a ve nicelerine. Çok sulu gözümdür bu konularda. Yine bana düşeni yapıp ağlayarak bitirdim finali.
Joey'in tüm saçmalıklarını,Ross'un milyonunca kez evlenişlerini,Monica'nın kontrol manyağı olmasını,Chandler'ın komik olmayan ama kendine özgü şakalarını,Rachel'ın tepkilerini,Phoebe'nin çığlıklarını,birbirleriyle dalga geçişlerine kadar her şeyiyle özleyeceğim tek dizi.
Yarın tekrar başlayacağımı bildiğim tek dizi.
Bana arkadaşlığa dair çok şey öğreten tek dizi.
13 Kasım 2013 Çarşamba
Sıradan Bir Ressamın Paletindeki Gökyüzü.
Merhaba sevgili okur, hadi gel seninle biraz anlam hakkında konuşalım. Anlamak ile anlam vermek aynı şey midir? Tabi ki hayır,haklısın.
Hani bir hikaye var.3 kişi vardır çölde yürüyen. Biri kör, biri sağır, biri dilsiz. Yanlış hatırlamıyorsam kör sağıra, dilsizin öldüğünü nasıl anlatacaktı soru. Soruyorum kör biri sağır arkadaşına dilsizin öldüğünü nasıl anlatır? Siz cevap vermeden devam edeyim. Peki ya dilsizin öldüğünü düşündüren nedir? Neden ona öldüğünün anlamını katarız? Bu anlam gerçekten, gerçekten nereden çıkar? Sırf 'Hey ahbap! ben buradayım ve komik olan ne biliyor musun? Hala yaşıyorum!' demediği için mi? Yoksa artık soyut ya da somut ona anlam katamadığımız için mi? Bir ressam olsaydım eğer bir göl ya da kıyısı olan bir orman çizseydim -ki daha çok bulut ya da metafiziksel şeyler çizeceğimi düşünüyorum- ve bu tablodaki her şeyi mavi tonunda olsaydı o zaman ağaçlara mavilik anlamı katmaz mıydım? Bi düşün hemen,şuan. Eğer o ağaçlar mavi olsaydı onu hala sıradan bir ağaç olarak görebilir miydin? Tam şu köşedeki ağaç gibi mesela? Muhtemelen göremez çoğu insan çünkü ağacı ağaç yapan sert,iri ve yeşil olmasıdır bu da onların iliniksel özelliğidir.
"'Filler neden büyük,gri ve kırışıktır?'
'Çünkü ufak,beyaz ve yuvarlak olsalardı aspirin olurlardı' "
O halde neden dilsiz bi insandan konuşmamasını beklemek yerine onun öldüğünü,yok olduğun ya da reenkarnasyona uğradığını düşünürüz? Bu konuya bu anlamı yüklememize kuvvet veren nedir? İşte tam bu karmaşada kendi deyimimi kullanacağım DALİ'Yİ ANLAMAK! Çünkü tüm o bambaşka düşünce,hayat ve duygulara rağmen bir tablodan bin, milyon, trilyon anlam çıkarabildiğimiz Salvador Dali tabloları gibi bu sorulara da bambaşka görüşlerle anlam katıp cevaplayabileceğiz.. İşte tüm bu karmaşaya rağmen tüm fikirlere, ayrımlara rağmen cevaplayabiliyorsak Salvador Daliyi o tabloda bulup, anlayabiliriz..
Saygı ve Sevgilerimle... Beril Ö...
Hani bir hikaye var.3 kişi vardır çölde yürüyen. Biri kör, biri sağır, biri dilsiz. Yanlış hatırlamıyorsam kör sağıra, dilsizin öldüğünü nasıl anlatacaktı soru. Soruyorum kör biri sağır arkadaşına dilsizin öldüğünü nasıl anlatır? Siz cevap vermeden devam edeyim. Peki ya dilsizin öldüğünü düşündüren nedir? Neden ona öldüğünün anlamını katarız? Bu anlam gerçekten, gerçekten nereden çıkar? Sırf 'Hey ahbap! ben buradayım ve komik olan ne biliyor musun? Hala yaşıyorum!' demediği için mi? Yoksa artık soyut ya da somut ona anlam katamadığımız için mi? Bir ressam olsaydım eğer bir göl ya da kıyısı olan bir orman çizseydim -ki daha çok bulut ya da metafiziksel şeyler çizeceğimi düşünüyorum- ve bu tablodaki her şeyi mavi tonunda olsaydı o zaman ağaçlara mavilik anlamı katmaz mıydım? Bi düşün hemen,şuan. Eğer o ağaçlar mavi olsaydı onu hala sıradan bir ağaç olarak görebilir miydin? Tam şu köşedeki ağaç gibi mesela? Muhtemelen göremez çoğu insan çünkü ağacı ağaç yapan sert,iri ve yeşil olmasıdır bu da onların iliniksel özelliğidir.
"'Filler neden büyük,gri ve kırışıktır?'
'Çünkü ufak,beyaz ve yuvarlak olsalardı aspirin olurlardı' "
O halde neden dilsiz bi insandan konuşmamasını beklemek yerine onun öldüğünü,yok olduğun ya da reenkarnasyona uğradığını düşünürüz? Bu konuya bu anlamı yüklememize kuvvet veren nedir? İşte tam bu karmaşada kendi deyimimi kullanacağım DALİ'Yİ ANLAMAK! Çünkü tüm o bambaşka düşünce,hayat ve duygulara rağmen bir tablodan bin, milyon, trilyon anlam çıkarabildiğimiz Salvador Dali tabloları gibi bu sorulara da bambaşka görüşlerle anlam katıp cevaplayabileceğiz.. İşte tüm bu karmaşaya rağmen tüm fikirlere, ayrımlara rağmen cevaplayabiliyorsak Salvador Daliyi o tabloda bulup, anlayabiliriz..
Saygı ve Sevgilerimle... Beril Ö...
12 Kasım 2013 Salı
10 Kasım 2013 Pazar
10kasım
''Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda,gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim''
10 Kasım Ulu Önderi Anıyoruz Atam izindeyiz
9 Kasım 2013 Cumartesi
Sandviç
Hayat bir sandviç benim gözümde. İstediğin kadar kat atabileceğin,tadına ve şekline yön verebileceğin koca bir sandviç. Neden mi? Çünkü her katmanın tadı farklıdır. Her katında bizim yaptıklarımızın ve koyduğumuz malzemelerin tadını alırız. Hayatta böyle değil midir? Yapsan da yapmasan bir şeylerin karşılığını hep alırsın.Ama acı ama tatlı. Belki öyle güzeldir ki bu sandviçin tadı yedikçe yemek istersin,yeni malzemeler eklersin.
Biteceğini fark etmeden yedikçe yersin hatta yarısında doyarsın belki. Tam da bu anlar da elinin tersiyle itip atarsın o sandviçi. Ya da tam aksine doymamışsındır da gözün o an da başka bir sandviçe takılmıştır. İnsanız ya hepimiz.
Benim de sandviçim de çok farklı bölümler vardı okur. Geçenlerde ne zamandır sandviç yemediğimi ve bu zaman da onu ne kadar özlediğimi fark ederek aldım elime. Korktum,çünkü bıraktığım gibi bulamayabilirdim. Nitekim attım ağzıma ilk lokmayı. Tadı çocukluğumda yediklerimin aynısıydı. Ben çocukken çok sandviç yerdim okur. Oyun oynamaktan fırsat bulamadığım için daha da çok severek yerdim önüme gelen sandviçi. İşte tam da o tat oluştu ağzımda.
Durup dedim ki '' Evet,senin hayatım olduğunu bildiğim halde bir kenara bırakıp yeni tatlar aramaya başlamışım'' Fark ettim ki bana sitemliydi. Dünyanın en güzel sandviçini bırakıp başka şeylere yöneldiğim için kızıyordu bana. Haklıydı da. Velhasıl tam özlediğim bölüme gelmiştim ki uzaktan,çok derinden gelen ve kulaklarımı tırmalayan çığlığın sesi dolaştı kulaklarımda
''Biz sizi ararız''
-Ö
Biteceğini fark etmeden yedikçe yersin hatta yarısında doyarsın belki. Tam da bu anlar da elinin tersiyle itip atarsın o sandviçi. Ya da tam aksine doymamışsındır da gözün o an da başka bir sandviçe takılmıştır. İnsanız ya hepimiz.
Benim de sandviçim de çok farklı bölümler vardı okur. Geçenlerde ne zamandır sandviç yemediğimi ve bu zaman da onu ne kadar özlediğimi fark ederek aldım elime. Korktum,çünkü bıraktığım gibi bulamayabilirdim. Nitekim attım ağzıma ilk lokmayı. Tadı çocukluğumda yediklerimin aynısıydı. Ben çocukken çok sandviç yerdim okur. Oyun oynamaktan fırsat bulamadığım için daha da çok severek yerdim önüme gelen sandviçi. İşte tam da o tat oluştu ağzımda.
Durup dedim ki '' Evet,senin hayatım olduğunu bildiğim halde bir kenara bırakıp yeni tatlar aramaya başlamışım'' Fark ettim ki bana sitemliydi. Dünyanın en güzel sandviçini bırakıp başka şeylere yöneldiğim için kızıyordu bana. Haklıydı da. Velhasıl tam özlediğim bölüme gelmiştim ki uzaktan,çok derinden gelen ve kulaklarımı tırmalayan çığlığın sesi dolaştı kulaklarımda
''Biz sizi ararız''
-Ö
7 Kasım 2013 Perşembe
YAPI
Ne yana dönsek
bir yapı kuruyoruz seninle
Heaney'in İskele'sine benzeyen:
Sımsıcak, yalın ama tılsımlı;
Üç beş dize hemen çit,
duvarları yerini iyi bilen
kapalı iki parantez,
dört virgül yani dört pencere
ve iki nokta üst üste kapı
diye kurulan.
Görüyorsun ya
ne yana dönsek
bacası masmavi duman
tüten bir yapı
kuruluyor bizden.
Eren Ufuk Can
5 Kasım 2013 Salı
Mutluluk Ülkesi Yolculuk Rehberi
Selam sana Mutluluk Ülkesi'nin cesur yürekli kaşifi! Şimdi sana bu olağanüstü ülkede karşına çıkacak bazı önemli uğrak noktaları hakkında bilgiler vereceğim. Fakat unutmamalısın ki bilgi,Mutluluk Ülkesi'ndeki yolcuğuluğun da sadece bir yere kadar yardımcı olabilir,onu bütün bütününe tanıyabilmek,zirvelerine tırmanabilmek,güneşiyle içini ısıtmak,ağaçlarının altında gölgelenebilmek,olgun meyvelerinin tadına varabilmek ve serin sularında kana kana içebilmek için esas iş aklına,sezgilerine ve yüreğine düşecektir.
Mutluluk Ülkesi,sevgili yolcu,bir adadır;bu nedenle de oraya yüzerek ulaşman gerekmektedir. (hayır sevgili yolcu,bu adaya herhangi bir deniz ya da hava taşıtıyla mobilize olman pek mümkün değil).Aşman gereken denizin ası ise Acılar Denizi'dir.
Sen kutlu insan,belki bugüne kadar hep içten içe insanların başlarına gelen felaketleri hak ettiğine inandın.Bunu yüksek sesle dile getirmemiş olabilirsin elbette.Ama o sokaklarda o saatte gezen birini gaspa uğramasını,on dakikada bir sigara içen birinin kansere yakalanmasını,hatta fikirlerine az çok sempatiyle yaklaştığın devlet karşıtlarının kurşunlanmasını dahi bir ölçüde normal kabul etmedin mi?
Dur yolcu! Hoşuna gitmeyen birkaç söz duydun diye hemen bu rehberi çöpe atma.Niyetim seni yargılamak ya da herhangi bir dava uğruna kendini feda etmeni istemek değil. Sadece bir düşün istedim. Hep sana karşı katılığından yakındığın hayata acaba sen gereken yumuşaklıkla yaklaşabildin mi diye... Düşün;çünkü Acılar Denizi'ni kulaçlarken karşılaşacağın azgın dalgalar,fırtınalar ver her biri diğerinden öldürücü derin deniz şeytanlarıyla boğuşurkeni elinde vicdanından başka silahın olmayacak.
Hasbelkader,ey yolcu,Acılar Denizi'nde boğulmadan Mutluluk Ülkesi'nin boylu boyunca bir dantel gibi uzanan kıyılarına ulaşmayı başarırsan,önünde upuzun bir yol göreceksin.Bu Sabır Yolu'dur.
Sabır Yolu'nda ilerlerken bazı yol ayrımlarıyla karşılaşacaksın. Az ya da çok gidilen,hangisini seçtiğini bir önemi yok,sevgili yolcu. Kafana göre takıl. Her durumda uzun bir yolculuk olacak bu. Karnını bitki kökleriyle doyurup susuzluğunu yağmur sularıyla giderirken,bir yere varmayı umut ederek yürüyecek,yürüyeceksin. Yolda aklına pek çok şey takılacak. Öyle mi,böyle mi diye düşündükçe,bütün sorunların aslında aynı tek bir soruya dönüştüğünü fark edeceksin: Neden? Soru kendini yanıtladığında ey şanslı maceracı,acın dinecek. Ve sen her şeyden umudu kestiğin,ama zaten artık umuda da ihtiyaç duymadığın o noktada yolun sona erdiği ve karşında aşılması gereken,kocaman bir tepe durduğunu fark edeceksin.Bu,Sevda Tepesi'dir.
Sevda Tepesi'nin yamaçları dik,toprakları çoraktır.Gündüzleri kavrularak,geceleri iliklerine kadar titreyerek,aç ve susuz günlerce tırmanacaksın. Yolda bazı tavşan,keçi ve çakallarla karşılaşacaksın. Bunların tümü karşı yönden,yani senin gitmeye çalıştığın yerden geliyor olacak. İfadelerinden dehşet,öfke ve hatta nefret okuyacağın bu yaratıklar,sende tuhaf bir nostalji duygusu yaratabilir. Fazla takılma. Onların tepeye tırmanırken tavşan,keçi ya da çakal değil,tıpkı senin gibi insan olduklarını bilmen yeterli. Sadece artık hak ettikleri surete bürünmüşlerdir. Zirveye vardığında şöyle bir nefeslenip çevrene bak. Tepenin diğer tarafından geldiğin yönden çok daha dik olduğunun,hatta buranın düpedüz bir yar olduğunun ayırdına varacaksın. Korkma. Otur ve Mutluluk Ülkesi'ni kuş bakışı görmenin tadını çıkar. Yüreğin o güne kadar hiç tanımadığın,bambaşka bir duyguyla titreyene kadar kal orada. Kendini yaşama ve ölüme aynı derece hazır hissettiğinde ayağa kalk ve yara doğru bir adım at. İşte kendini bıraktığın o boşluk Aşk Uçurumudur.
Alper Canıgüz
Mutluluk Ülkesi,sevgili yolcu,bir adadır;bu nedenle de oraya yüzerek ulaşman gerekmektedir. (hayır sevgili yolcu,bu adaya herhangi bir deniz ya da hava taşıtıyla mobilize olman pek mümkün değil).Aşman gereken denizin ası ise Acılar Denizi'dir.
Sen kutlu insan,belki bugüne kadar hep içten içe insanların başlarına gelen felaketleri hak ettiğine inandın.Bunu yüksek sesle dile getirmemiş olabilirsin elbette.Ama o sokaklarda o saatte gezen birini gaspa uğramasını,on dakikada bir sigara içen birinin kansere yakalanmasını,hatta fikirlerine az çok sempatiyle yaklaştığın devlet karşıtlarının kurşunlanmasını dahi bir ölçüde normal kabul etmedin mi?
Dur yolcu! Hoşuna gitmeyen birkaç söz duydun diye hemen bu rehberi çöpe atma.Niyetim seni yargılamak ya da herhangi bir dava uğruna kendini feda etmeni istemek değil. Sadece bir düşün istedim. Hep sana karşı katılığından yakındığın hayata acaba sen gereken yumuşaklıkla yaklaşabildin mi diye... Düşün;çünkü Acılar Denizi'ni kulaçlarken karşılaşacağın azgın dalgalar,fırtınalar ver her biri diğerinden öldürücü derin deniz şeytanlarıyla boğuşurkeni elinde vicdanından başka silahın olmayacak.
Hasbelkader,ey yolcu,Acılar Denizi'nde boğulmadan Mutluluk Ülkesi'nin boylu boyunca bir dantel gibi uzanan kıyılarına ulaşmayı başarırsan,önünde upuzun bir yol göreceksin.Bu Sabır Yolu'dur.
Sabır Yolu'nda ilerlerken bazı yol ayrımlarıyla karşılaşacaksın. Az ya da çok gidilen,hangisini seçtiğini bir önemi yok,sevgili yolcu. Kafana göre takıl. Her durumda uzun bir yolculuk olacak bu. Karnını bitki kökleriyle doyurup susuzluğunu yağmur sularıyla giderirken,bir yere varmayı umut ederek yürüyecek,yürüyeceksin. Yolda aklına pek çok şey takılacak. Öyle mi,böyle mi diye düşündükçe,bütün sorunların aslında aynı tek bir soruya dönüştüğünü fark edeceksin: Neden? Soru kendini yanıtladığında ey şanslı maceracı,acın dinecek. Ve sen her şeyden umudu kestiğin,ama zaten artık umuda da ihtiyaç duymadığın o noktada yolun sona erdiği ve karşında aşılması gereken,kocaman bir tepe durduğunu fark edeceksin.Bu,Sevda Tepesi'dir.
Sevda Tepesi'nin yamaçları dik,toprakları çoraktır.Gündüzleri kavrularak,geceleri iliklerine kadar titreyerek,aç ve susuz günlerce tırmanacaksın. Yolda bazı tavşan,keçi ve çakallarla karşılaşacaksın. Bunların tümü karşı yönden,yani senin gitmeye çalıştığın yerden geliyor olacak. İfadelerinden dehşet,öfke ve hatta nefret okuyacağın bu yaratıklar,sende tuhaf bir nostalji duygusu yaratabilir. Fazla takılma. Onların tepeye tırmanırken tavşan,keçi ya da çakal değil,tıpkı senin gibi insan olduklarını bilmen yeterli. Sadece artık hak ettikleri surete bürünmüşlerdir. Zirveye vardığında şöyle bir nefeslenip çevrene bak. Tepenin diğer tarafından geldiğin yönden çok daha dik olduğunun,hatta buranın düpedüz bir yar olduğunun ayırdına varacaksın. Korkma. Otur ve Mutluluk Ülkesi'ni kuş bakışı görmenin tadını çıkar. Yüreğin o güne kadar hiç tanımadığın,bambaşka bir duyguyla titreyene kadar kal orada. Kendini yaşama ve ölüme aynı derece hazır hissettiğinde ayağa kalk ve yara doğru bir adım at. İşte kendini bıraktığın o boşluk Aşk Uçurumudur.
Alper Canıgüz
30 Ekim 2013 Çarşamba
Veda Veda Veda
https://www.youtube.com/watch?v=maTP315XZCQ
Vedalar kötüdür. Nefret ederim vedalardan. Hiç sevmem insanlara sarılıp gözyaşı dökmeyi.
Hepimizin hayatında yeri gelecek veda etmek zorunda kalacağımız insanlar ve anlar olacak. Tüm bu anlar da karşımızdaki insanlara hep daha sıcak ve daha samimi sarılacağız. Çünkü işte tam o an da anlayacağız ne kadar kıymetli ve vazgeçilmez olduklarını. Kendimizi geri çekip yüzlerine bakacağız tek tek. Yüzlerini her karesini ezberleyecek özlem dolu bakışlar. Sonra tekrar sarılacağız,bu sefer daha büyük olacak özlemimiz. Her seferinde ''hadi artık ağlamak yok''diyeceğiz ama hiçbir zaman başaramayacağız.
Tüm bu nedenler ve niceleri yüzünden nefret ediyorum vedalardan. Çünkü birilerini arkamda bırakmak her şeyden zor geliyor bana. En kötüsü de veda ederken anlaşılan değerler oluyor gözümde. İnsan gidene kadar fark etmez elindeki şansları ve değerleri. Tam gideceği zaman tam işte tam da o an fark eder elinde olanları. İşte tüm bu yükleri hafifletmek için daha sıkı sarılır karşısındaki insana. Bilir,o kişi aslında bunların farkında bile değildir ama insanız hepimiz. İşte bu yüzden kendimizle hesaplaşmalarımız hiçbir zaman bitmez. Bitmediği gibi artarak devam eder.
İşte yine nefret ediyorum vedalardan. Kimseye veda etmek için sarılmak istemiyorum. Kimse gittiği için ağlamak istemiyorum. Vedalar kötüdür arkadaşlar.Vedalar insanın özlem saatlerinin arttığı yıllardır. Normal giden saatlerin artık kişi adları ile ilerlemesidir. Elini uzattığında değil,telefona uzandığında yanında olmalarıdır. Belki de bu yüzdendir tüm veda sahnelerinden bu kadar etkilenmemin nedeni. Çünkü bilirim ki izlerken kendimle,karakterlerle, hayatımda var olan herkesle vedalaşırım bende orada. Bu olanlar yüzünden;
Vedaları sevmem sevgili okur. Vedaları sevmeyin. Bilin ki vedalar hiçbir zaman güzel olmayacak,olamayacak kadavralardır.
-Ö
Vedalar kötüdür. Nefret ederim vedalardan. Hiç sevmem insanlara sarılıp gözyaşı dökmeyi.
Hepimizin hayatında yeri gelecek veda etmek zorunda kalacağımız insanlar ve anlar olacak. Tüm bu anlar da karşımızdaki insanlara hep daha sıcak ve daha samimi sarılacağız. Çünkü işte tam o an da anlayacağız ne kadar kıymetli ve vazgeçilmez olduklarını. Kendimizi geri çekip yüzlerine bakacağız tek tek. Yüzlerini her karesini ezberleyecek özlem dolu bakışlar. Sonra tekrar sarılacağız,bu sefer daha büyük olacak özlemimiz. Her seferinde ''hadi artık ağlamak yok''diyeceğiz ama hiçbir zaman başaramayacağız.
Tüm bu nedenler ve niceleri yüzünden nefret ediyorum vedalardan. Çünkü birilerini arkamda bırakmak her şeyden zor geliyor bana. En kötüsü de veda ederken anlaşılan değerler oluyor gözümde. İnsan gidene kadar fark etmez elindeki şansları ve değerleri. Tam gideceği zaman tam işte tam da o an fark eder elinde olanları. İşte tüm bu yükleri hafifletmek için daha sıkı sarılır karşısındaki insana. Bilir,o kişi aslında bunların farkında bile değildir ama insanız hepimiz. İşte bu yüzden kendimizle hesaplaşmalarımız hiçbir zaman bitmez. Bitmediği gibi artarak devam eder.
İşte yine nefret ediyorum vedalardan. Kimseye veda etmek için sarılmak istemiyorum. Kimse gittiği için ağlamak istemiyorum. Vedalar kötüdür arkadaşlar.Vedalar insanın özlem saatlerinin arttığı yıllardır. Normal giden saatlerin artık kişi adları ile ilerlemesidir. Elini uzattığında değil,telefona uzandığında yanında olmalarıdır. Belki de bu yüzdendir tüm veda sahnelerinden bu kadar etkilenmemin nedeni. Çünkü bilirim ki izlerken kendimle,karakterlerle, hayatımda var olan herkesle vedalaşırım bende orada. Bu olanlar yüzünden;
Vedaları sevmem sevgili okur. Vedaları sevmeyin. Bilin ki vedalar hiçbir zaman güzel olmayacak,olamayacak kadavralardır.
-Ö
29 Ekim 2013 Salı
25 Ekim 2013 Cuma
24 Ekim 2013 Perşembe
Sevgili X;
Geçenler de x kişisi ile oturup sohbet ederken aklıma bir konu takıldı. Daha doğrusu konuştuğumuz sırada bir şeyi fark ettim ve bunu ona yazı ile daha iyi anlatabileceğime karar verdim.
Fark ettim ki o kişi başkalarının düşüncelerinden çok fazla etkilenmeye başlamış yine. Fark ettim ki geçmişine takılmış. Hatta takılmak için çaba harcamış.
Bizler bir çok olay yaşıyoruz sevgili x ve yaşamaya da devam edeceğiz. Her birine takılıp kalırsak yaşanacak birçok güzel günü çöpe atmış oluruz. Evet,o zamanlar kendimizi şartlandırırız belki başka bir şey yaparız. O günler de öyle olduğunu kabul etmekte istemeyiz üstüne. ''Hayır,kendime sınırlar koymuyorum'' deriz. Aslına bakarsan fark ettiğimiz halde fark etmemeye,görmemeye ve göstermemeye çalışırız. Bilirsin herhangi bir konuda ''asla olmayacak'' veya benzeri cümleler ile kendimizi bir kalıba sokmak bana göre kesinlikle yanlış.Çünkü dediğim gibi önümüzde yaşanacak doyasıya eğlenilecek bir hayat var. Her şeyin rayına oturacağı zamanlar var. Ne zaman geleceği belli olmayan başarı,mutluluk,hüzün ve niceleri var. Bu yüzden içinden ne geliyorsa yaşamanı istiyorum. Bu yüzden aklına bir şey geldiğin de hemen anlat ki içinde birikip kendine kurallar koyma istiyorum. İnsanlar kuralların içinde sıkışıp kalabilecek kadar sabırlı ve dayanıklı değillerdir çünkü bana göre. Bir kaba göre şekil alamayan garip varlıklardır. Seninde onların arasına karışma vaktin çoktan geldi sevgili x.
Sonra sonra birçok insan ve düşünceleri,fikirleri,planları girecek işin içine. Kendi düşüncelerini duyamayacak kadar sağır olucaksın belki de. Belki aksine bu olaylar nedeniyle kendi düşüncelerine daha çok ses vereceksin. Zaman ve olaylar ne gösterir inan bilmiyorum ama kimsenin düşünce duvarları arasında sıkışıp kalmamalısın. Evet,bunlar da benim düşüncelerim hatta bakıldığı zaman bende aynı şeyi yapıyor olabilir şuan da. Ama bilirsin ki amacım sadece benliğini ve düşüncelerini daha çok ortaya çıkarmanı istememdir. Herkesi dinle,herkesin düşüncelerine önem ver. Tüm bunları yaparken ''acaba hangisi doğru''diye düşünme. Çünkü bizler hepimize doğru gelen düşünceler ile geleceğiz sana. Sen ise kendine en yakın olanı alacaksın ya da almayacaksın ancak tüm bunları yaparken kendince uyarlayacaksın. Kendin bulacaksın kendi doğrunu. Kimsenin duvarları arasında çarpıp düşmeyeceksin. Hatta sen kendi duvarlarını bile yıkacaksın.
Şuan da büyük ihtimal anlatmak istediklerimi anladığını düşünüyorum. Bilirsin ''gökyüzün''orada hep. Herhangi bir duvarla karşılaştığında gökyüzün ve mavilerin hep yanında olacaktır. Çok şey istemem ama tek ricam düşüncelerine sonuna kadar güven,arkalarında dur,onlardan kaçma ve onları dışa vurmaya devam et. Söylenenlerin etkisi altında kalmadan kendi içinde başlat devrimini.Çünkü devrim aslında insanın kendisidir bana göre x
-Ö
Fark ettim ki o kişi başkalarının düşüncelerinden çok fazla etkilenmeye başlamış yine. Fark ettim ki geçmişine takılmış. Hatta takılmak için çaba harcamış.
Bizler bir çok olay yaşıyoruz sevgili x ve yaşamaya da devam edeceğiz. Her birine takılıp kalırsak yaşanacak birçok güzel günü çöpe atmış oluruz. Evet,o zamanlar kendimizi şartlandırırız belki başka bir şey yaparız. O günler de öyle olduğunu kabul etmekte istemeyiz üstüne. ''Hayır,kendime sınırlar koymuyorum'' deriz. Aslına bakarsan fark ettiğimiz halde fark etmemeye,görmemeye ve göstermemeye çalışırız. Bilirsin herhangi bir konuda ''asla olmayacak'' veya benzeri cümleler ile kendimizi bir kalıba sokmak bana göre kesinlikle yanlış.Çünkü dediğim gibi önümüzde yaşanacak doyasıya eğlenilecek bir hayat var. Her şeyin rayına oturacağı zamanlar var. Ne zaman geleceği belli olmayan başarı,mutluluk,hüzün ve niceleri var. Bu yüzden içinden ne geliyorsa yaşamanı istiyorum. Bu yüzden aklına bir şey geldiğin de hemen anlat ki içinde birikip kendine kurallar koyma istiyorum. İnsanlar kuralların içinde sıkışıp kalabilecek kadar sabırlı ve dayanıklı değillerdir çünkü bana göre. Bir kaba göre şekil alamayan garip varlıklardır. Seninde onların arasına karışma vaktin çoktan geldi sevgili x.
Sonra sonra birçok insan ve düşünceleri,fikirleri,planları girecek işin içine. Kendi düşüncelerini duyamayacak kadar sağır olucaksın belki de. Belki aksine bu olaylar nedeniyle kendi düşüncelerine daha çok ses vereceksin. Zaman ve olaylar ne gösterir inan bilmiyorum ama kimsenin düşünce duvarları arasında sıkışıp kalmamalısın. Evet,bunlar da benim düşüncelerim hatta bakıldığı zaman bende aynı şeyi yapıyor olabilir şuan da. Ama bilirsin ki amacım sadece benliğini ve düşüncelerini daha çok ortaya çıkarmanı istememdir. Herkesi dinle,herkesin düşüncelerine önem ver. Tüm bunları yaparken ''acaba hangisi doğru''diye düşünme. Çünkü bizler hepimize doğru gelen düşünceler ile geleceğiz sana. Sen ise kendine en yakın olanı alacaksın ya da almayacaksın ancak tüm bunları yaparken kendince uyarlayacaksın. Kendin bulacaksın kendi doğrunu. Kimsenin duvarları arasında çarpıp düşmeyeceksin. Hatta sen kendi duvarlarını bile yıkacaksın.
Şuan da büyük ihtimal anlatmak istediklerimi anladığını düşünüyorum. Bilirsin ''gökyüzün''orada hep. Herhangi bir duvarla karşılaştığında gökyüzün ve mavilerin hep yanında olacaktır. Çok şey istemem ama tek ricam düşüncelerine sonuna kadar güven,arkalarında dur,onlardan kaçma ve onları dışa vurmaya devam et. Söylenenlerin etkisi altında kalmadan kendi içinde başlat devrimini.Çünkü devrim aslında insanın kendisidir bana göre x
-Ö
23 Ekim 2013 Çarşamba
Livaneli
''İnsanların birbirlerini ilk tanıma anındaki mesafeyi yok eden şey neydi:konuşmak mı,bir arada zaman geçirmek mi,birbirini daha iyi tanımak mı? Sizden sen'e geçiş gibi,ne zaman ve neden öyle olduğu anlaşılamayan bir şeydi bu''
21 Ekim 2013 Pazartesi
Boşlukta ki Ben..
Bazen kendinizi hiç bir yere ait hissetmezsiniz. Var olup olmadığı bilinmeyen bir yerdeyim ben. Ait değilim , olmadım da zaten hiç.
Mecbur olduğu için taraf seçmiş biriyim ben , insanların düşüncelerine göre hareket eden.. Çok sonra öğrendim kendi duygularıma göre hareket edeceğimi.. Çok geç... Ne yapmam gerek?
Geç kalınmış şeyler var dönüp baktığım zaman yaşantımda. Anlık sinirle alınan saçma kararlar , dönüşü olmayan....
![]() |
| -A. |
20 Ekim 2013 Pazar
Telefon
"Öptüm canım," dedi telefondaki arkadaşım. "Görüşürüz," dedim.
Daha telefon elimdeyken, 'canım' kelimesini tekrar duydum. Bir an sanki
arkadaşım beni konuşmaya geri çağırıyormuş gibi telefona baktım.
"Nerdesin sen?" sorusuyla sesin karşı masadan geldiğini anladım.
'Canım'ı telefondaki arkadaşım bırakır bırakmaz karşı masadaki bayan
almıştı. Pek bırakacağa da benzemiyordu, konuşması boyunca bu kelimenin
farklı versiyonlarını (canım yaa, canımsın, canım benim) defalarca
kullandı. Konuşmanın sonunda bulunduğumuz yeri tarif ederek, "Bekliyorum
canım," dedi. Telefonu kapattı. Yanındaki adam "Kim o?" diye sordu. O
ana kadar mimikleriyle 'canlar gelin bir olalım' sinyalleri yayan
bayanın yüzü bir anda değişti. Önce dudakları bir memnuniyetsizlik
ifadesi aldı, sonra eli 'salla' anlamında bir hareket yaptı ve en
sonunda ağzı açılarak o ana kadar kullandığı bütün 'canım'ları kovalayan
o kelimeleri çıkardı: "Öfff yavşağın teki işte!" O kadar şaşırdım ki,
ne yapacağımı bilemediğimden, bir an hala elimde duran
telefona baktım. Tuş kilidini haber veren büyük anahtarı gördüm
ekranda. Anahtar kaybolunca bayana baktım. Biraz önce telefonda canım
bombardımanına tuttuğu insanın 'yavşaklığını' anlatıyordu. Canım
seviyesinden yavşaklığa ani bir düşüş yaşayan o insan birazdan aramıza
katılacaktı. Ve sanırım bu 'yavşak' insan, buraya ulaşır ulaşmaz tekrar
'canım' olacaktı. Canım sıkıldı...
Telefonlardan dalga dalga yayılan sevgiye her yerde rastlıyoruz. O gün bulunduğum mekanda, farklı masalarda yapılan telefon görüşmelerinde 4 adet 'canım', 2 adet 'aşkım' ve 2 adet 'kuşum' karşıdaki insanlara bir samimiyet tonlamasıyla gönderildi. Sadece İstanbul'daki bir kafede canlar, aşklar ve kuşlar havada uçuştuğuna göre, ülke genelinde korkunç bir sevgi sarfiyatı olmalıydı. Ben de az önce telefonda bri arkadaşımın 'can'ı olmuştum. Karşı masadaki Bayan Canım'ın, telefonu kapatır kapatmaz sevgiden tiksintiye düşen suratını görünce bir an şüpheye düştüm. Acaba ben de birilerinin canı, aşkı ya da kuşu olduktan hemen sonra, aynı kişilerin gerizekalısı, salağı, hatta yavşağı oluyor muydum? Konuşmasına 'kuş' yerleştiren mekandaki başka bir bayan , telefonu kapatır kapatmaz yanındakine "Çattık," deyince şüphelerim iyice kuvvetlendi...
İstanbul'da ilk yılımdı. Çok arkadaşım yoktu. Uzun zamandır İstanbul'da yaşayan bir iki arkadaşımın 'mutlaka görüşelim' temennisini ciddiye alacak kadar yalnızdım. 'Mutlaka görüşelim'in diyaloglarda boşluk doldurmak için sarfedilen temennilerden biri olduğunu biliyordum. Yine de, yaşadığım yalnızlık yüzünden, bu temenninin sahiplerini ara sıra arayıp onlarla buluşmaya çalışıyordum. Bir cuma akşamı evde oturmaktan sıkılınca Taksim'e gitmiştim. Boş bir masa bulabilmek için uzun süre dolandım. Tek kişi olduğum için Nevizade'deki tüm garsonların canı çok sıkkındı. Bir iki tanesi beni kenarlarında insan olan masalara oturtarak yalnızlıktan kurtarmak istedi. Reddettim. Sonunda bir masa bulabildim. Çevremdeki masalarda oturanlar gibi yeryüzüne dik değil de yaklaşık 10 derecelik bir açıyla oturunca, garsonun bu masaya oturmam konusunda neden ısrar ettiğini anladım. 10 derecelik açıyla baktığım garsona bir bira söyledikten sonra, belimin yukarısına ters açı vererek dik oturuyormuş gibi yaptım. Belim ağrıyınca vazgeçtim. Gelen birayı hızla içtim. Sıkıntım geçmiyordu, açılı oturmaktan yorulmuştum. "Mutlaka görüşelim" diyen arkadaşlarımdan birini aradım. "Canım naber," diye açtı telefonu. Konuştuk. Bir arkadaşıyla oturuyormuş. Sonra bir boşluk oldu. Sanırım o boşluğu doldurmak için "Gel istersen," dedi. Hemen "Olur," dedim. Bulundukları yeri tarif etti. Derhal "Tamam," dedim. O aralar karşıdakinin telefonu kapatmasını beklemek gibi garip bir huy edinmiştim. Bekledim. Ağzı telefondan ayrılınca bulunduğu mekanın gürültüsü çoğaldı. İnsan sesleri ve mekanda çalan Yaşar'ın "Nasıl ki evlerin odaları varsa..." diyen sesi arasında, kısa bir an, bir ses daha duydum: "Yaaa..." Arkadaşımın sesiydi. Sonra tüm sesler kesildi. Telefon bir süre daha kulağımda kaldı. Şaşırmıştım, 'y' harfinin yanı başında uzayan 'a' sayısı durumu anlamam için yeterliydi. Yine de kafamda duyduğum sesi tamamladım: "Yaaa aman yaa!" Telefonu kulağımdan çektim. Sonra başka bir versiyonla sesi yine tamamladım: "Yaa öff yaa!" Sonuç değişmiyordu. Tamamı ne olursa olsun, duyduğum 'yaaa' sesi, benim yanlarına gidecek olmamdan duyulan rahatsızlığın başlangıç sesiydi. Bir an ne yapacağımı bilemedim. 10 derecelik açıyla baktığım şu dünyada kendimi yalnız, itilmiş ve bedbaht hissettim. Açımı değiştirmeden hesabı istedim...
İnsanevladı, bazen sevdiği bir insanı bile görmek istemez. Normaldir. Ama bu durumun açığa çıkması pek açıklanabilir değildir. Beni istemeyen arkadaşımın çağırdığı yöne doğru yürüyordum, ama gidip gitmeyeceğimden emin değildim. Nevizade'deki canı sıkkın garsonların bazıları, boşalan masalar yüzünden sevecenleşerek beni yeryüzünde dik duran masalar çağırıyorlardı. Sevecen garsonların, Fatih Terim hakkında birbirine parmak sallayarak konuşan adamların, artık her söyleneni kahkahayla karşılayacak dozaja ermiş kadınların ve dünyaya yeni gelmiş gibi gözlerini kırpıştırarak sürekli beyaz şarap içen turistlerin yanından geçtim. Hala çağrıldığım yere doğru yürüyordum. Yürürken aklıma başka bir 'yaa'lı versiyon geldi: "Yaa bu da nerden çıktı yaa!" İki 'yaa' arasındaki bütün kelimeler aleyhimeydi. 'Yaa'ların arasına sıkışmış bir adam olmak istemiyordum. Gitmeyecektim. Mekanda belirmeyecektim. Mekana girince bana doğru 'buradayız' anlamında kalkan bir el görmek istemiyordum. "Naber canım" diyen bir ağzın iki yanındaki yanakları öpmek istemiyordum. Tuvalete gidince 'hakkımda konuşuyorlar mıdır' diye düşünmek ve tuvalet dönüşünde 'geliyor sus' anlamında hareket eden kaşlar görmek istemiyordum. Böyle iyiydi. Geri dönüp sevecen garsonlardan birine teslim oldum. Ve masamda dimdik oturdum.
Telefonlardan dalga dalga yayılan sevgiye her yerde rastlıyoruz. O gün bulunduğum mekanda, farklı masalarda yapılan telefon görüşmelerinde 4 adet 'canım', 2 adet 'aşkım' ve 2 adet 'kuşum' karşıdaki insanlara bir samimiyet tonlamasıyla gönderildi. Sadece İstanbul'daki bir kafede canlar, aşklar ve kuşlar havada uçuştuğuna göre, ülke genelinde korkunç bir sevgi sarfiyatı olmalıydı. Ben de az önce telefonda bri arkadaşımın 'can'ı olmuştum. Karşı masadaki Bayan Canım'ın, telefonu kapatır kapatmaz sevgiden tiksintiye düşen suratını görünce bir an şüpheye düştüm. Acaba ben de birilerinin canı, aşkı ya da kuşu olduktan hemen sonra, aynı kişilerin gerizekalısı, salağı, hatta yavşağı oluyor muydum? Konuşmasına 'kuş' yerleştiren mekandaki başka bir bayan , telefonu kapatır kapatmaz yanındakine "Çattık," deyince şüphelerim iyice kuvvetlendi...
İstanbul'da ilk yılımdı. Çok arkadaşım yoktu. Uzun zamandır İstanbul'da yaşayan bir iki arkadaşımın 'mutlaka görüşelim' temennisini ciddiye alacak kadar yalnızdım. 'Mutlaka görüşelim'in diyaloglarda boşluk doldurmak için sarfedilen temennilerden biri olduğunu biliyordum. Yine de, yaşadığım yalnızlık yüzünden, bu temenninin sahiplerini ara sıra arayıp onlarla buluşmaya çalışıyordum. Bir cuma akşamı evde oturmaktan sıkılınca Taksim'e gitmiştim. Boş bir masa bulabilmek için uzun süre dolandım. Tek kişi olduğum için Nevizade'deki tüm garsonların canı çok sıkkındı. Bir iki tanesi beni kenarlarında insan olan masalara oturtarak yalnızlıktan kurtarmak istedi. Reddettim. Sonunda bir masa bulabildim. Çevremdeki masalarda oturanlar gibi yeryüzüne dik değil de yaklaşık 10 derecelik bir açıyla oturunca, garsonun bu masaya oturmam konusunda neden ısrar ettiğini anladım. 10 derecelik açıyla baktığım garsona bir bira söyledikten sonra, belimin yukarısına ters açı vererek dik oturuyormuş gibi yaptım. Belim ağrıyınca vazgeçtim. Gelen birayı hızla içtim. Sıkıntım geçmiyordu, açılı oturmaktan yorulmuştum. "Mutlaka görüşelim" diyen arkadaşlarımdan birini aradım. "Canım naber," diye açtı telefonu. Konuştuk. Bir arkadaşıyla oturuyormuş. Sonra bir boşluk oldu. Sanırım o boşluğu doldurmak için "Gel istersen," dedi. Hemen "Olur," dedim. Bulundukları yeri tarif etti. Derhal "Tamam," dedim. O aralar karşıdakinin telefonu kapatmasını beklemek gibi garip bir huy edinmiştim. Bekledim. Ağzı telefondan ayrılınca bulunduğu mekanın gürültüsü çoğaldı. İnsan sesleri ve mekanda çalan Yaşar'ın "Nasıl ki evlerin odaları varsa..." diyen sesi arasında, kısa bir an, bir ses daha duydum: "Yaaa..." Arkadaşımın sesiydi. Sonra tüm sesler kesildi. Telefon bir süre daha kulağımda kaldı. Şaşırmıştım, 'y' harfinin yanı başında uzayan 'a' sayısı durumu anlamam için yeterliydi. Yine de kafamda duyduğum sesi tamamladım: "Yaaa aman yaa!" Telefonu kulağımdan çektim. Sonra başka bir versiyonla sesi yine tamamladım: "Yaa öff yaa!" Sonuç değişmiyordu. Tamamı ne olursa olsun, duyduğum 'yaaa' sesi, benim yanlarına gidecek olmamdan duyulan rahatsızlığın başlangıç sesiydi. Bir an ne yapacağımı bilemedim. 10 derecelik açıyla baktığım şu dünyada kendimi yalnız, itilmiş ve bedbaht hissettim. Açımı değiştirmeden hesabı istedim...
İnsanevladı, bazen sevdiği bir insanı bile görmek istemez. Normaldir. Ama bu durumun açığa çıkması pek açıklanabilir değildir. Beni istemeyen arkadaşımın çağırdığı yöne doğru yürüyordum, ama gidip gitmeyeceğimden emin değildim. Nevizade'deki canı sıkkın garsonların bazıları, boşalan masalar yüzünden sevecenleşerek beni yeryüzünde dik duran masalar çağırıyorlardı. Sevecen garsonların, Fatih Terim hakkında birbirine parmak sallayarak konuşan adamların, artık her söyleneni kahkahayla karşılayacak dozaja ermiş kadınların ve dünyaya yeni gelmiş gibi gözlerini kırpıştırarak sürekli beyaz şarap içen turistlerin yanından geçtim. Hala çağrıldığım yere doğru yürüyordum. Yürürken aklıma başka bir 'yaa'lı versiyon geldi: "Yaa bu da nerden çıktı yaa!" İki 'yaa' arasındaki bütün kelimeler aleyhimeydi. 'Yaa'ların arasına sıkışmış bir adam olmak istemiyordum. Gitmeyecektim. Mekanda belirmeyecektim. Mekana girince bana doğru 'buradayız' anlamında kalkan bir el görmek istemiyordum. "Naber canım" diyen bir ağzın iki yanındaki yanakları öpmek istemiyordum. Tuvalete gidince 'hakkımda konuşuyorlar mıdır' diye düşünmek ve tuvalet dönüşünde 'geliyor sus' anlamında hareket eden kaşlar görmek istemiyordum. Böyle iyiydi. Geri dönüp sevecen garsonlardan birine teslim oldum. Ve masamda dimdik oturdum.
O gün beni istemeyen arkadaşıma attığım mazeret bildiren mesajıma, "Ok. canım..." cevabını aldım. Telefonlarda 'canım', hayatın geri kalanında 'yavşak' olan adamınsa benim gibi işin iç yüzünü öğrenme şansı yoktu. Mekana geldiğinde kendisini "Naber canım," diye karşılayan Bayan Canım'ın yanaklarını öptü. Stratejik yerlere 'canım' serpiştirerek hararetle konuştular, 'yavşaklık' ortadan toz olmuştu. Bir ara Bayan Canım'a bir telefon geldi. Telefonu bu sefer "Aşkım naber?" diye açtı. Aşkım, derken erotik bir dizaynla büzülen dudakları görülmeye değerdi. Telefonun ucundaki kişi, bu dudakları görse bambaşka hayallere dalabilirdi. Dalmışım. Bayan Canım'a bakmayı abarttığımı o da bana bakınca anladım. Rahatsız olmuştu. Kafamı derhal pencereye doğru çevirdim. "Pardon canım," dedim içimden. "Çok pardon... Ben yavşağın tekiyim."
Fırat BUDACI - "Kendimi Durduracak Değilim"
18 Ekim 2013 Cuma
1,5
http://www.youtube.com/watch?v=Vo_0UXRY_rY
İnsanlar bazen farklı ruh hallerine sahip olabilirler. Ne zaman ne yapacaklarını kestiremedikleri durumlar olabilir. Veya kısaca henüz bir denge kuramamış olabilirler. Bugün sevindiğimiz bir şeye yarın öfke duyabiliriz ya da belki de sebepsiz yere tüm günü ona buna sinirlenerek geçirebiliriz. Aslına bakarsanız böyle şeylere zaman zaman ihtiyaç duyar insan. Çünkü kimsenin kimseye herhangi bir neden yüzünden açıklama yapmak zorunda olmamasını istiyorum. En azından bir gün boyunca istediğimiz gibi yaşayalım istiyorum. Evet,kimseyi kırmayalım ama aynı zaman da kimseye yaptıklarımız için hesap da vermeyelim istiyorum.
İnsanlar bunlara ihtiyaç duyarlar çünkü. Özellikle yaşadıkları en ufak bir sorunu bile içine atanlar. Bu dünya için güçlü olmamız gerekebilir ama içinizden geldiği zaman zayıflıklarınızı saklamayın. Onlar insan olmanın getirdiği değerlerdir. Bir arkadaşım ''ağlamak zayıflık değil'' demişti. Aynen öyle.
İçinizden bağırmak geliyorsa;bağırın
İçinizden ağlamak geliyorsa;ağlayın
İçinizden kimseye hesap vermemek geliyorsa;kimseye hesap vermeyin.
Kimse anlamasın belki o an da neler yaşadığımızı ama biz bilelim o rahatlama hissini. Ertesi gün daha farklı uyanalım,daha farklı gülelim. Çünkü en değerli miraslardan biridir gülümsemek.
-Ö
İnsanlar bazen farklı ruh hallerine sahip olabilirler. Ne zaman ne yapacaklarını kestiremedikleri durumlar olabilir. Veya kısaca henüz bir denge kuramamış olabilirler. Bugün sevindiğimiz bir şeye yarın öfke duyabiliriz ya da belki de sebepsiz yere tüm günü ona buna sinirlenerek geçirebiliriz. Aslına bakarsanız böyle şeylere zaman zaman ihtiyaç duyar insan. Çünkü kimsenin kimseye herhangi bir neden yüzünden açıklama yapmak zorunda olmamasını istiyorum. En azından bir gün boyunca istediğimiz gibi yaşayalım istiyorum. Evet,kimseyi kırmayalım ama aynı zaman da kimseye yaptıklarımız için hesap da vermeyelim istiyorum.
İnsanlar bunlara ihtiyaç duyarlar çünkü. Özellikle yaşadıkları en ufak bir sorunu bile içine atanlar. Bu dünya için güçlü olmamız gerekebilir ama içinizden geldiği zaman zayıflıklarınızı saklamayın. Onlar insan olmanın getirdiği değerlerdir. Bir arkadaşım ''ağlamak zayıflık değil'' demişti. Aynen öyle.
İçinizden bağırmak geliyorsa;bağırın
İçinizden ağlamak geliyorsa;ağlayın
İçinizden kimseye hesap vermemek geliyorsa;kimseye hesap vermeyin.
Kimse anlamasın belki o an da neler yaşadığımızı ama biz bilelim o rahatlama hissini. Ertesi gün daha farklı uyanalım,daha farklı gülelim. Çünkü en değerli miraslardan biridir gülümsemek.
-Ö
*
Andy: Meksikalılar Pasific hakkında ne derler biliyor musun ?
Red: Hayır.
Andy: Hafızası olmadığını söylerler. Hayatımın geri kalanını yaşamak istediğim yer burası. Hiç hafızası olmayan sıcak bir yer.
Red: Hayır.
Andy: Hafızası olmadığını söylerler. Hayatımın geri kalanını yaşamak istediğim yer burası. Hiç hafızası olmayan sıcak bir yer.
15 Ekim 2013 Salı
13 Ekim 2013 Pazar
*
Nedendir bilinmez ama bu yazıya bir türlü içeriği tam olarak anlatıcak bir başlık bulamadım. Belki de bunun nedeni şu aralar etrafımda olan olaylara ve gelişmelere de anlam veremeyişimden dolayıdır.
BİR DAKİKA BAKABİLİR MİSİNİZ?
Herkesin ana temasında bu yok mudur biraz da? Merak ve meraklı olmanın getirdiği olaylar.Aslına bakarsanız en ufağından bir gün içerisinde bile bir çok olay yaşayabiliyoruz bizler. Yarattığı etki ne kadar sürüyor farkında değilim ama hayatımızda bazı olaylar olmayadursun yarattığı etkinin süresinin ne zaman biteceğini kestiremiyoruz. Kestiremediğimiz gibi kendimizde son veremiyoruz.
PEMBE BALONLARA KAPILMA
Buna benzer bir olayda sevgidir. Sevgi garip bir olay vesselam. Ne zaman ne olacağını kestiremediğimiz bir duygu. Adı da bir o kadar ilginç ayrıca. Nefretle arasında çok ince bir çizgi barındıran tek duygu bana göre. Her an çizginin diğer tarafına geçebilecek potansiyelde.Ama asıl soru sevgi çizgiyi geçse,renk değiştirse bile biter mi? Sonu var mıdır? Bitti demekle biter mi?
KOLAY BİR İNSAN DEĞİLİM MUHABBETİ
Bazen birilerini ne kadar kolay sevebildiğimize şaşırıyorum. Ortak bir noktamız varsa hemen kanımız kaynıyor ve hemen sevebiliyoruz o insanı. Hani derler ya en tehlikeli duygu umut etmektir diye. Bence yanına bir de sevgiyi eklemek gerek.
HİÇBİR ŞEY HİSSETMİYORUM
Sevgiyi bitirme noktasındayız. Son saniyelerini,dakikalarını,saatlerini,aylarını,yıllarını oynadığı yıllardayız. Bir gün gözümüzü açtığımız da ''gittim ben'' diyebileceği dakikalardayız.
HEPİMİZ İYİYİZ
Derler ya insan önce kendiyle barışık olmalı diye. Kendine doğru söylemeli öncelikle diye. Sevginin bittiği dakikalar da bitsin istiyor muyuz? Dur,diyerek ''bekle biraz daha'' diyoruz diye mi etraf da bu kadar hava da asılı düşünce balonu var?
HESAP LÜTFEN
Hayatımızın sonuç bölümüne de bu şekilde gelmiş oluyoruz ve hesabı ödeyip üstüne sevgimizi bırakıp masadan kalkıyoruz
-Ö
BİR DAKİKA BAKABİLİR MİSİNİZ?
Herkesin ana temasında bu yok mudur biraz da? Merak ve meraklı olmanın getirdiği olaylar.Aslına bakarsanız en ufağından bir gün içerisinde bile bir çok olay yaşayabiliyoruz bizler. Yarattığı etki ne kadar sürüyor farkında değilim ama hayatımızda bazı olaylar olmayadursun yarattığı etkinin süresinin ne zaman biteceğini kestiremiyoruz. Kestiremediğimiz gibi kendimizde son veremiyoruz.
PEMBE BALONLARA KAPILMA
Buna benzer bir olayda sevgidir. Sevgi garip bir olay vesselam. Ne zaman ne olacağını kestiremediğimiz bir duygu. Adı da bir o kadar ilginç ayrıca. Nefretle arasında çok ince bir çizgi barındıran tek duygu bana göre. Her an çizginin diğer tarafına geçebilecek potansiyelde.Ama asıl soru sevgi çizgiyi geçse,renk değiştirse bile biter mi? Sonu var mıdır? Bitti demekle biter mi?
KOLAY BİR İNSAN DEĞİLİM MUHABBETİ
Bazen birilerini ne kadar kolay sevebildiğimize şaşırıyorum. Ortak bir noktamız varsa hemen kanımız kaynıyor ve hemen sevebiliyoruz o insanı. Hani derler ya en tehlikeli duygu umut etmektir diye. Bence yanına bir de sevgiyi eklemek gerek.
HİÇBİR ŞEY HİSSETMİYORUM
Sevgiyi bitirme noktasındayız. Son saniyelerini,dakikalarını,saatlerini,aylarını,yıllarını oynadığı yıllardayız. Bir gün gözümüzü açtığımız da ''gittim ben'' diyebileceği dakikalardayız.
HEPİMİZ İYİYİZ
Derler ya insan önce kendiyle barışık olmalı diye. Kendine doğru söylemeli öncelikle diye. Sevginin bittiği dakikalar da bitsin istiyor muyuz? Dur,diyerek ''bekle biraz daha'' diyoruz diye mi etraf da bu kadar hava da asılı düşünce balonu var?
HESAP LÜTFEN
Hayatımızın sonuç bölümüne de bu şekilde gelmiş oluyoruz ve hesabı ödeyip üstüne sevgimizi bırakıp masadan kalkıyoruz
-Ö
9 Ekim 2013 Çarşamba
7 Ekim 2013 Pazartesi
Büyüksün Adalet!
Bir problem var. Ne zamandır var olduğunu kestiremiyorum ama. Belki çocukluğumdan belki de dünden kalma bir problemdir,belli olmaz.
Nedir adalet?
''Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.'' Peki ülkemizde bu şekilde midir adalet? Ya da kişilere göre nesnel midir artık adalet? Ne yaptık bizler adalet kavramına? Nereye gitti güvenlerimiz ? Neden derinden sarsıp güvenilmez yaptık?
Uzun zamandır aklımda bu sorular. Kendimce cevaplar bulmaya çalıştım. İnsanların görüşlerini dinledim ama sorunun ana temeline ulaşamadım. Ancak yeter artık dememi sağlayacağım olayı bundan tam 3 hafta önce yaşadım. Belki görünürde bu kadar da önemli bir sorun değil,aşılabilecek bir sorundu kimilerine göre belki de kimilerine göre susup oturmam gerekirdi. Hayır arkadaşım,hayır. Ben susup oturamıyorum. Kimse susup oturmamalı çünkü. Neden bilmiyorum ama toplumumuzda karşı taraftaki bir güç esip gürlediği zaman ''boyun eğme'' kavramı gelişmiş. Ve ben buna katlanamıyorum. İşte bu yüzdendir ki son zamanlarda yaşananlarda baş kaldıran insanların yanında oldum hep. Kavga,dövüş değil mesele. Mesele insanların sesini çıkarıp hakkını aramasıdır. Tarafın,düşüncen,hayatın bunlar önemli değil. Önemli olan ''bunun zaten sesi çıkmıyor isteğimizi yaptırırız'' türde ki insanlardan olmamak.
Ben sesimi çıkartmaya devam ediyorum. Çünkü biliyorum ki boyun eğmiş kişi olmak sesimi çıkardığım için insanların saçma bakışlarına maruz kalmaktan daha kötü. Bunun bilincinde olarak hakkımı arıyorum. Bugün yarın yıllar sonra da aynısını yapacağım.
Herkes elinden geleni yapmalı. İlk denemen de sonuca ulaşamasan bile devam et. Çünkü adalet öncelikle kendi içinde başlar insanın.
Bizler doğuştan sahip olduğumuz haklarımıza sahip çıkmalıyız. 1-2 kişiyle olacak şeyler değil bunlar demeyin. Bugün bir kişinin farkında olması ve başkalarının farkında olmasını sağlamak demek yavaş yavaş büyüyen adalet kokusu demektir.
Yukarıda bir soru sormuştum : Ne yaptık bizler adalet kavramına? Nereye gitti güvenlerimiz?
İnsanlığımızı kaybettik çünkü bizler. Hep diyoruz ya insanlık öldü diye. Aynen öyle oldu sevgili okur. Daha önce dediğim gibi bana göre adalet önce insanın kendi içinde başlar. Kanunların yanında vicdanla da alakalıdır biraz. Ve bizler vicdanlarımızı unutmuş sadece hayat gayesi peşinde koşmaya başlamışız. Vicdanlarımızla birlikte adalet kavramını ve güven gibi kelimeleri hayatımızın bir kenarına itmişiz.
İnsanların çoğu hayatını ses çıkarmak yerine kabul ederek geçiriyor. Birinde farkındalık yaratmak bu kavramlar için önemli adımlar atmak demektir. Tek ricam lütfen,boyun eğmeyin. Haklarınıza korkmadan sahip çıkın.
-Ö
Nedir adalet?
''Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.'' Peki ülkemizde bu şekilde midir adalet? Ya da kişilere göre nesnel midir artık adalet? Ne yaptık bizler adalet kavramına? Nereye gitti güvenlerimiz ? Neden derinden sarsıp güvenilmez yaptık?
Uzun zamandır aklımda bu sorular. Kendimce cevaplar bulmaya çalıştım. İnsanların görüşlerini dinledim ama sorunun ana temeline ulaşamadım. Ancak yeter artık dememi sağlayacağım olayı bundan tam 3 hafta önce yaşadım. Belki görünürde bu kadar da önemli bir sorun değil,aşılabilecek bir sorundu kimilerine göre belki de kimilerine göre susup oturmam gerekirdi. Hayır arkadaşım,hayır. Ben susup oturamıyorum. Kimse susup oturmamalı çünkü. Neden bilmiyorum ama toplumumuzda karşı taraftaki bir güç esip gürlediği zaman ''boyun eğme'' kavramı gelişmiş. Ve ben buna katlanamıyorum. İşte bu yüzdendir ki son zamanlarda yaşananlarda baş kaldıran insanların yanında oldum hep. Kavga,dövüş değil mesele. Mesele insanların sesini çıkarıp hakkını aramasıdır. Tarafın,düşüncen,hayatın bunlar önemli değil. Önemli olan ''bunun zaten sesi çıkmıyor isteğimizi yaptırırız'' türde ki insanlardan olmamak.
Ben sesimi çıkartmaya devam ediyorum. Çünkü biliyorum ki boyun eğmiş kişi olmak sesimi çıkardığım için insanların saçma bakışlarına maruz kalmaktan daha kötü. Bunun bilincinde olarak hakkımı arıyorum. Bugün yarın yıllar sonra da aynısını yapacağım.
Herkes elinden geleni yapmalı. İlk denemen de sonuca ulaşamasan bile devam et. Çünkü adalet öncelikle kendi içinde başlar insanın.
Bizler doğuştan sahip olduğumuz haklarımıza sahip çıkmalıyız. 1-2 kişiyle olacak şeyler değil bunlar demeyin. Bugün bir kişinin farkında olması ve başkalarının farkında olmasını sağlamak demek yavaş yavaş büyüyen adalet kokusu demektir.
Yukarıda bir soru sormuştum : Ne yaptık bizler adalet kavramına? Nereye gitti güvenlerimiz?
İnsanlığımızı kaybettik çünkü bizler. Hep diyoruz ya insanlık öldü diye. Aynen öyle oldu sevgili okur. Daha önce dediğim gibi bana göre adalet önce insanın kendi içinde başlar. Kanunların yanında vicdanla da alakalıdır biraz. Ve bizler vicdanlarımızı unutmuş sadece hayat gayesi peşinde koşmaya başlamışız. Vicdanlarımızla birlikte adalet kavramını ve güven gibi kelimeleri hayatımızın bir kenarına itmişiz.
İnsanların çoğu hayatını ses çıkarmak yerine kabul ederek geçiriyor. Birinde farkındalık yaratmak bu kavramlar için önemli adımlar atmak demektir. Tek ricam lütfen,boyun eğmeyin. Haklarınıza korkmadan sahip çıkın.
-Ö
5 Ekim 2013 Cumartesi
1 Ekim 2013 Salı
Bir Örnek Toplumlarda Moda Anlayışı
Çoğu insanın aklına moda denildiğinde ne geldiğini gerçekten çok merak ediyorum. Siyahla beyazın her zaman kombinlenebileceği ya da eteğin ya diz altı ya da diz üstünde olması gerektiğimi bilemiyorum ama görünürde çoğu insanın modadan anlayışı 'popi' olan 'herkesin giydiğini' giymek. Neden? Çünkü herkes o sarı tişörtten giyiyor efenim.Herkes giyiyorsa bunda bir hikmet vardır. Alma arkadaşım hemen alma işte. Görüyorsun herkesin üzerinde ucuzluk mallarından kalma gibi. Hoşlanıyor musun yolda yürürken 100 kişiden 60 kişinin üzerinde senin üzerinde olan şeylerden olmasından?
Kimine göre de 'moda kendine yakışandır' evet bana en mantıklı gelen şey bu. Moda olduğu için üzerinde çirkin duran bir şeyi giyeceğine hiç giyme daha iyi. Mesela çicekli tayt giyme,mesela geyikli hırka giymesinler,bayraklı şortlar giymeyin. Tamam yakışabilir kendine çok yakıştırabilirsin her şeye tamam ama etrafa bir bakın. Bir örnek kıyafetten milyonlarca. Düşündükce ve gördükce afakanlar basıyor bana.Bir de bizim toplumumuzda illa uyacak şekilde renkler tercih etmelisin. Mesela siyah giyiyorsan sarı mavi ya da başka bir renkten önce illa bir beyaz olucak. Çünkü o bir tabu yıllardır yıkılmayan. Bende bugün kalkıp pembe ile yeşili kombinlemem kesinlikle ama illa belli renklerle belli renkler kombin yapılacak diye bir şey yok. Bir tarzın olur o tarza uydurur çıkarsın dışarı. Yürümeye çıkarken düğüne gider gibi giyinen insanın düğündeki halini düşünemiyorum bile. Abartıya kaçmadan kendi modanızı yaratın derim ben. Son olarak da bu yazıyı okuyan 'sanki sen çok modadan anlıyorsun' diye söylenebilir. Öyle bir şey kesinlikle iddaa etmiyorum ama gördüğümü yazmaktan da çekinmiyorum. Kısacası herkes kendi modasını yaratsa bu kadar 'bir örnek'toplum olmaktan çıkarız.
-Ö
Mavideki 'O' Pembe
5 yaşındaydım. salıncakta sallanırken gökyüzünü izlemekten boynum tutulurdu bazıları. kimi zaman bulutların üzerinde olduğuna inandığım dedeme ulaşmak için kimi zamanda mavinin göz alıcı büyüsüne kapıldığım için daha daha yukarı sallanırdım. sanırım bu zamanlardan sonra mavi huy oldu bende. aynı Edip üstadın söylediği gibi;
Maviyi soruyordun,gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi?
Bir renk değildir mavi huydur bende
belki de bundan çok daha basittir bende ki şu mavi serüveni. belki ilk gördüğüm renktir mavi,belki ilk söylediğim renk,belki de daha basittir. belkide bazı şeyleri bulmak için en baş yerine en sona gitmeliyiz. yaşamış bulunduğumuz en son güne. şu son günlere. sanırım buldum. evreka! aslında küçüklüğümden beri çok anlamlı olan gökyüzünün beni bir çok şekilde ifade etmesinin farkına varıyorum tamda şu son günlerde. 'son' günlerin biraz daha derinine girmek istiyorum daha doğrusu daha da yükselmeye. hani hayallerimizde bile düşleyemediğimiz gerçekleşmeler vardır. nerde denk gelir bize? sorusu temelidir ya o düşlerin. kimisinin tanısı imkansızdır kimisinin olanaksız değişir herkese göre. hani ton, tondur ya mavi, insanlar da öyle işte değişik,farklı ve bir o kadar birbirine ait. benim de sahip olduğum bu açık mavi hayal gerçekleşti. bu sanki minik bir perinin omuzlarıma konması gibiydi. hiç bir zaman ırkçılık yapmadım. hiç bir zaman ön yargılı olmadım. bundan memnunum. biriyle tanıştım gökyüzü gibiydi o. hiç birinin mavi tonunu hissettiniz mi? bir program üzerine yaşadığım yere gelen Tanzanyalı biri. ellerimiz yanlışlıkla bir araya gelince olu verdi hepsi, tüm bu yazıyı yazdıranlar. aklımın ucundan geçmezdi ama kaderdi., yanımda olsanız hissederdiniz. beynim,kalbim,rengim sürekli onu tekrar görmem hakkında beni dürtüyordu adeta. onunda bana aşık olması hatta o kadar abartmayalım hoşlanması mümkün müydü sizcede? mümkünmüş. şimdi o fotoğraflara bakıyorum,videolara oldukça uzağız ve bir o kadar biriz. ten rengi önemli değildi çünkü biz maviydik. iletişim kurmamız önemli değildi çünkü gözlerimizle anlaşabiliyorduk. heyecandan konuşamamalar,konuştuğumuzda ise oluşan mutluluklar. bu ırkçılık dolu dünya için çok saf bir histi. inanın beyaz ya da siyah insanların bakışı delip geçemiyor sizi. program bitince artık km'le hesaplanan bi uzaklığımız oldu ama yine de onun yanında olduğum saatler aklıma geldikçe kocaman bir gülücük oluşur yüzümde. ve eve dönerken fark ettimde gökyüzü ilk defa pembeydi, insanlar pembeydi ,kediler pembeydi, kendi kendine konuşan o tuhaf teyzenin saçları pembeydi, gelin arabası pembeydi, pembeyi sevmememe rağmen her şey pembeydi ve bu beni güldürüyordu. sanırım o tozpembe gözlüğü en sonunda bende takmıştım.pembe olmak güzeldi özellikle mavilerden doğan pembe..
-Beril
29 Eylül 2013 Pazar
Mutlu Son Evrensel Midir?
Hayatımızdaki bazı insanların çoğunun vadesi önce,sonra,uzun ya da kısa zaman içinde doluyor. Bizler de normal olanı yapıp onları hayatımızdan çıkartıyoruz.Çıkartıyoruz ki yaptığımız hataları tekrar yapmayalım,tekrar üzülmeyelim,tekrar sinirlenip,kırılmayalım. Bu temizliği yapmasına yapıyoruz da her şey keşke tüm bu olanla bitse. Bir süre ortak arkadaşları bu duruma alıştırma,onun hakkında konuşmama ve belki de olası ihtimal ondan nefret etmeye kadar gidiyor liste. Gelin görün ki zaman geçtikçe alışıyor insan tüm olumlu ve olumsuz yanlarına. Hatta artık yaşadığınız olayları dalgaya bile vurmaya başlıya biliyorsunuz. Nasılsa canınız da acımıyor artık,mutlusunuz. Buraya kadar her şey iyi hoş tabi. Sonra beklenmedik an da gelen olay örgüsü,olaylara başkasının karışması,olayların büyümesi,karşı karşıya gelme. Herkesi olayın içinde olan herkesi hayatımızdan çıkarma isteği giriyor işin içine. Karşılaşmak istemiyoruz bir müddet. Çünkü biliyoruz ki o anılar,o kötülükler tekrar tekrar yaşanacak bedenimizde. Biliyoruz ki hiçbir zaman geçmeyecek öfkemiz. Varılmayacak bir neticeye. Yanlışlarınız hep suratınıza tokat gibi vurup duracak. ' Neden daha önce bunu yapmamışım' ile başlayan cümlelerle devam edecek. Korkmayın belki bir gün tüm bu hikayenin sonu gelecek,
Peki emin miyiz mutlu sonla biteceğine?
Peki mutlu son nedir bizlere göre?
-Ö
Peki emin miyiz mutlu sonla biteceğine?
Peki mutlu son nedir bizlere göre?
-Ö
23 Eylül 2013 Pazartesi
14 Eylül 2013 Cumartesi
Romanlarımıza Dokunma!
Bu televizyon denilen kutu çok farklı bir dünya olmaya başladı sevgili okur. Önce farklı farklı diziler yaptılar sonra baktılar bu böyle gitmeyecek bizimkilerden hep aynı olaylar aynı senaryolar çıkmaya devam ediyor. Bir silkelenip kendilerine geldi tabi yapımcı ve senaristler. Sona yavaştan fark ettiler yabancı dizileri. İthal mal her zaman iyidir dediler kolları sıvadılar. Diziyi aldılar evirip çevirip bin bir maske geçirip ekrana sürdüler. Ancak haklarını bir yer de yememek gerek diziler de bizim seyirci tarafından bir güzel benimsendi. Hani çoğumuz diyoruz ya ''yeter artık çalıntı dizilerden bıktık. Özümüzden bir şeyler yapın''. Dedik demesine de sanırım birileri yıllar önce bunlara kulak kabartıp ''hadi romanları dizi yapalım arkadaşlar ''dedi.
Demez olaydı,duymaz olaydı.
Ne zaman bir romandan uyarlanan dizi görsem ister istemez içimde bir burukluk oluyor. Şimdiye kadar Türk televizyonlarında bunların örneklerini çok yaşadık. Yaprak Dökümü dediler,Dudaktan Kalbe dediler,Aşk-ı Memnu dediler,Merhamet,Fatih Harbiye ve daha nicelerini hala ekranlarda görebiliyoruz. Hepsi de romandan yola çıkılarak acayip hallere getirilen diziler oldular. ''Bu nedir? Romanın neresindeydi bu?''diye düşündürüp durdular okuyucuları. Ah,aslına bakarsanız haklarını yememek gerek bir yerde. ''Uyarlanmıştır'' demeyi unutmuyorlar neyse ki.
Çalıkuşu. Son olarak bu olaya kurban giden romanlarımızdan biri oldu. Belki de hayatımda okuduğum en iyi Türk romanlarından biriydi. Reşat Nuri Güntekin'in kaleminden dökülen en iyi romanlarından biriydi. Onu da kaybettik.
Aslına bakarsanız hep kötü yanlarını eleştirip durdum bu yazı da. Hiç mi iyi bir yanı yok diyeceksiniz. Var. Bana göre tek olumlu yanı hepsinde olmasa bile televizyon izleyen kitlenin bir çoğunda merak uyandırıp kitap okuma hevesini arttırmasıdır. Bir de belki de herkes tarafından tanınmasını sağlamaktır. Bana kalacak olursa tek olumlu yanı budur romanların dizi olmasının.
Keşke kitaplara dokunmasınız. Keşke onları kendi içlerinde bir bütün olarak bıraksanız. Ben ki kitabı olan hiçbir filmi önceden izlemeyen insanım.Dizilerde daha da kötüye gidiyor bu durum. Çünkü bilirim ki kitaplar farklıdır. Herkes de farklı duygular yaratan dünya güzeli gizli kutulardır. Kitapları filmlerden,dizilerden önce fark etmenizi öneririm. Kitap karakterlerini siz belirlersiniz çünkü. Size özeldir her biri. Saçı,boyu,gözü,fiziksel özellikleri. Sizin karakterlerinizdir onlar.
Bu yazıyı yazmaktaki asıl amacımı eminim ki anlamışsınızdır.
Romanlarımıza dokunmayın. Bırakın hepsi kendi içlerinde saklasın mutluluğunu ve hüznünü. Bırakın ki hepsi özgürce nefes almaya devam edebilsinler.
-Ö
Demez olaydı,duymaz olaydı.
Ne zaman bir romandan uyarlanan dizi görsem ister istemez içimde bir burukluk oluyor. Şimdiye kadar Türk televizyonlarında bunların örneklerini çok yaşadık. Yaprak Dökümü dediler,Dudaktan Kalbe dediler,Aşk-ı Memnu dediler,Merhamet,Fatih Harbiye ve daha nicelerini hala ekranlarda görebiliyoruz. Hepsi de romandan yola çıkılarak acayip hallere getirilen diziler oldular. ''Bu nedir? Romanın neresindeydi bu?''diye düşündürüp durdular okuyucuları. Ah,aslına bakarsanız haklarını yememek gerek bir yerde. ''Uyarlanmıştır'' demeyi unutmuyorlar neyse ki.
Çalıkuşu. Son olarak bu olaya kurban giden romanlarımızdan biri oldu. Belki de hayatımda okuduğum en iyi Türk romanlarından biriydi. Reşat Nuri Güntekin'in kaleminden dökülen en iyi romanlarından biriydi. Onu da kaybettik.
Aslına bakarsanız hep kötü yanlarını eleştirip durdum bu yazı da. Hiç mi iyi bir yanı yok diyeceksiniz. Var. Bana göre tek olumlu yanı hepsinde olmasa bile televizyon izleyen kitlenin bir çoğunda merak uyandırıp kitap okuma hevesini arttırmasıdır. Bir de belki de herkes tarafından tanınmasını sağlamaktır. Bana kalacak olursa tek olumlu yanı budur romanların dizi olmasının.
Keşke kitaplara dokunmasınız. Keşke onları kendi içlerinde bir bütün olarak bıraksanız. Ben ki kitabı olan hiçbir filmi önceden izlemeyen insanım.Dizilerde daha da kötüye gidiyor bu durum. Çünkü bilirim ki kitaplar farklıdır. Herkes de farklı duygular yaratan dünya güzeli gizli kutulardır. Kitapları filmlerden,dizilerden önce fark etmenizi öneririm. Kitap karakterlerini siz belirlersiniz çünkü. Size özeldir her biri. Saçı,boyu,gözü,fiziksel özellikleri. Sizin karakterlerinizdir onlar.
Bu yazıyı yazmaktaki asıl amacımı eminim ki anlamışsınızdır.
Romanlarımıza dokunmayın. Bırakın hepsi kendi içlerinde saklasın mutluluğunu ve hüznünü. Bırakın ki hepsi özgürce nefes almaya devam edebilsinler.
-Ö
12 Eylül 2013 Perşembe
*
'' Kitaplarını ve kitapların içinde anlatılanları, paylaşabileceğin biri olmalı hayatında. Uzun uzun sohbet edebileceğin biri.. ''
-A
10 Eylül 2013 Salı
Nedir Bu Fotoğraflar?
Ne güzel bir olay bu fotoğraf efenim. Her anını kare kare yanında taşımak ve geleceğe beraber getirmek. Her an dedim ya hani. İşte kilit cümle de burada ortaya çıkıyor.Sevinç,mutluluk gibi bir çok anı karelemek isteriz bizler. Peki sadece mutluluk anları mı ? Bana göre hayır. Mesela arkadaşlarımızla buluşuruz,düğüne gideriz,doğum gününe gideriz,gezmeye gideriz,ailemizle bir arada olunca ''aman bir fotoğraf çektirelim de hatıra kalsın'' deriz. Çünkü biliriz ki belleğimizde bu anılara ne kadar sahip olabileceğimizin bir süresi yoktur. Bu yüzden elimizden geldiğince her anı fotoğraflamak ve geçmişi yaşatmak isteriz.
Biliyorum ki herkesin elinde saçma sapan komik bir sürü fotoğraf vardır. Biz yani en azından çoğumuz o fotoğrafları görmek ve paylaşmak istemeyiz. Ama şimdi dönüp baktığımda o fotoğraflar gülmek ve o günü o anı o saati yaşamak için varlar. Neden onları saklıyoruz? Önemli bir buluşmada fotoğraf çekilmedik diye üzülmüyor muyuz bizler? Peki o anın sevincini taşıyan fotoğrafları neden bir kenara itiyoruz? Marifet onları saklamak değildir sevgili okur. Mesele onlara ve anılarına sahip çıkmaktır. Mesele özgüvenin tam bir şekilde mutluluğunu ortaya çıkarmaktır. O saçma sapan karelere bakıp geçmişi yanında güzel getirmektir. Geçmişin gizli kutusu olan objelere sahip çıkmaktır. Bu yüzden geçmişinizi saklamayın. Bu yüzden eğlendiğiniz fotoğraflardan korkup,kaçmayın. Bırakın onlarda özgürlüğün ve mutluluğun kokusunu alabilsinler.
-Ö
Biliyorum ki herkesin elinde saçma sapan komik bir sürü fotoğraf vardır. Biz yani en azından çoğumuz o fotoğrafları görmek ve paylaşmak istemeyiz. Ama şimdi dönüp baktığımda o fotoğraflar gülmek ve o günü o anı o saati yaşamak için varlar. Neden onları saklıyoruz? Önemli bir buluşmada fotoğraf çekilmedik diye üzülmüyor muyuz bizler? Peki o anın sevincini taşıyan fotoğrafları neden bir kenara itiyoruz? Marifet onları saklamak değildir sevgili okur. Mesele onlara ve anılarına sahip çıkmaktır. Mesele özgüvenin tam bir şekilde mutluluğunu ortaya çıkarmaktır. O saçma sapan karelere bakıp geçmişi yanında güzel getirmektir. Geçmişin gizli kutusu olan objelere sahip çıkmaktır. Bu yüzden geçmişinizi saklamayın. Bu yüzden eğlendiğiniz fotoğraflardan korkup,kaçmayın. Bırakın onlarda özgürlüğün ve mutluluğun kokusunu alabilsinler.
-Ö
8 Eylül 2013 Pazar
MEB
Ülkede ki sistem bozukluklarını gördükçe ''Allahım nereye gidiyoruz?'' diye sormadan edemiyorum. Önce düşüncelerini rahatlıkla söylemek isteyen,saçma sapan bir iktidarın altında boyun eğmek istemeyen insanların üzerine gaz bombaları yağdırdınız,öldürdünüz. Peki ne zamandan beri özgür düşünceyi kaldırdınız? Ya da hiç getirmiş miydiniz ki? Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de öğrencileri yakından ilgilendiren bir olayı daha karıştırmaya başladınız. Eğitim sistemi bu ey sevgili bakan. Eğitim. ''Emeğiniz Emanetimizdir'' diyorsunuz ya hani hiç de inandırıcı gelmiyor işte o. Binlerce insanın hayatını karartmaya devam ediyorsunuz. Üniversite sınavı yapıyorsun sonra soruların kimler tarafından çalınıp,belirli öğrencilere verildiği bilindiği halde bir sürü insanın günahına girip,emeğinin üstüne yatıp evinde rahat rahat oturabiliyorsun. Demokratiksiniz ya neticede.
10 gün devamsızlık olmaz. Sözlü notu olmadan olmaz. 50 geçer not olmaz.
Bizler öğrenciyiz. Köle değil. Geleceğimizi sizin imkanlarınızla değil kendi dişimiz tırnağımızla hazırlıyoruz. Sizlerin bizim arkamızda olmanız gerekirken ne kadar engel varsa önümüze koymanız ironik değil midir? Okullar da bizi üniversiteye hazırladıkları için mi kaldırıyorsun dershaneleri? Ya da ne kadar cahil insan o kadar iyi bir millet diye mi düşünüyorsun? Bu nesil 18 olacak,bu nesil oy kullanacak. Bu nesil koyun olmayacak
10 gün devamsızlık olmaz. Sözlü notu olmadan olmaz. 50 geçer not olmaz.
-Ö
5 Eylül 2013 Perşembe
2 Eylül 2013 Pazartesi
Ne yapmalı?
http://www.youtube.com/watch?v=Aihu16RyYp8
Ne yapmalı araya soğukluk girince? Ne yapmalı bir şeylerin eskisi gibi olmadığını anladığında? Ne yapmalı seni sevmeyi bırakan insanların seni tekrar sevmesi için?
En yakınım dediğin insan , senden başka herkese değer verince , onunla yapmak istediklerini başkasıyla yapınca ne yapmalı peki? Ne yapmalı , söylesin biri bana. Ne yapmam gerek? Elimden sadece , içinde bolca ''Ne yapmalıyım?'' yazan bir yazı yazmak geliyorsa , gerçekten ne yapmalıyım?
Kaybedilen samimiyet , güven geri kazanılmaz bilirim bunu. Yaptığın hatayı ne kadar düzeltmek istesen de ,olmaz eskisi gibi. Bunu da bilirim. Bilmediğim ; ne yapmam gerektiği?
Yavaş yavaş kayıp gidiyor elimden geçmiş , gelecekte ne var Allah bilir. Ve ben burada durmuş gidenlere yanarken , kalanlar için ne yapmam gerektiğini düşünüyorum.. Acıyor kalbim , gözümden bir kaç damla yaş dökülüyor bunları yazarken. Yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Yazdıklarımı başkaları paylaşmadığım zaman , sanki yine kendimle konuşuyor gibiyim. Belki burada da okunmuyor yazdıklarım. Ama olsun , sonuçta paylaştım. Bir nebzede olsa azaldı üzüntüm.. Gün başlıyor , belki güzel şeyler olacak , belki yine kaybedeceğim bir şeyleri , bilemiyorum. Ne yapmam gerek onu da bilmiyorum.......Tek bildiğim kırılmış hissediyorum kendimi.. Her şey tarafından , herkes tarafından...
Ne yapmalı araya soğukluk girince? Ne yapmalı bir şeylerin eskisi gibi olmadığını anladığında? Ne yapmalı seni sevmeyi bırakan insanların seni tekrar sevmesi için?
En yakınım dediğin insan , senden başka herkese değer verince , onunla yapmak istediklerini başkasıyla yapınca ne yapmalı peki? Ne yapmalı , söylesin biri bana. Ne yapmam gerek? Elimden sadece , içinde bolca ''Ne yapmalıyım?'' yazan bir yazı yazmak geliyorsa , gerçekten ne yapmalıyım?
Kaybedilen samimiyet , güven geri kazanılmaz bilirim bunu. Yaptığın hatayı ne kadar düzeltmek istesen de ,olmaz eskisi gibi. Bunu da bilirim. Bilmediğim ; ne yapmam gerektiği?
Yavaş yavaş kayıp gidiyor elimden geçmiş , gelecekte ne var Allah bilir. Ve ben burada durmuş gidenlere yanarken , kalanlar için ne yapmam gerektiğini düşünüyorum.. Acıyor kalbim , gözümden bir kaç damla yaş dökülüyor bunları yazarken. Yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Yazdıklarımı başkaları paylaşmadığım zaman , sanki yine kendimle konuşuyor gibiyim. Belki burada da okunmuyor yazdıklarım. Ama olsun , sonuçta paylaştım. Bir nebzede olsa azaldı üzüntüm.. Gün başlıyor , belki güzel şeyler olacak , belki yine kaybedeceğim bir şeyleri , bilemiyorum. Ne yapmam gerek onu da bilmiyorum.......Tek bildiğim kırılmış hissediyorum kendimi.. Her şey tarafından , herkes tarafından...
1 Eylül 2013 Pazar
31 Ağustos 2013 Cumartesi
27 Ağustos 2013 Salı
Kara Kutu
İnsanoğlu hayata her türlü duyguyu yaşamak için gelmiştir bana göre. Nefreti,acıyı,üzüntüyü,aşkı,sevgiyi,kaygıyı,korkuyu ve bir çok beraberinde getirdiği duyguları.
Başka insanlarla paylaşırız hayatımızı,anılarımızı,günlerimizi. Yeri gelir mutlulukla hatırlarız o anıları yeri gelir hatırlamamak için zorlarız kendimizi. Sevdiğimiz insanlarsa söz konusu olan hep güzel hatırlamak isteriz onları.Anılarımızı hatırlayıp mutlu olup seviniriz. İnsanlar mutlu oldukları anları unutmazlar.Bugün mutlusundur ama bundan seneler sonra o mutluluk sadece o anıda kalmıştır. Bizim hayatımızda sorunsuz şekilde yer aldıklarında onlarla ilgili güzel anıları hatırlarız peki ama ya kötü giden bir şeyler varsa? İşte o zaman karşımızdaki kişiyi ne kadar seversek sevelim anılarda değişiyor gözümüzde. O her şeyden çok sevilen anıları hatırlamamak için uğraşlar verilir. Düşünmemek için olağanüstü çabalar harcanır. Çünkü bilirsin ki onlar mutlu olduğunuz anılardır ve onları hatırlamak acı sevmeyen birinin biber yemek zorunda kalması gibi bir duygu yaratacaktır bedeninde. Ancak nasıl başarır insanoğlu anılarını saklamayı? Gizli kutularında biriktirip açmadan orada sararıp silinmelerini? Sevdiğin, hatırladıkca mutlu olduğumuz anılar nasıl mutsuzluk getirebilir ? Yapabilir miyiz gerçekten anılara ket vurmayı? Hayır, o anılar sağından solundan üstünden geçerler. Bağırarak çığlık atarak geçerler etrafından. Hiçbir şey yapamazsın geleceğin dışında. Çünkü geleceği seferber etmekten başka bir çaren yoktur.
-Ö
Başka insanlarla paylaşırız hayatımızı,anılarımızı,günlerimizi. Yeri gelir mutlulukla hatırlarız o anıları yeri gelir hatırlamamak için zorlarız kendimizi. Sevdiğimiz insanlarsa söz konusu olan hep güzel hatırlamak isteriz onları.Anılarımızı hatırlayıp mutlu olup seviniriz. İnsanlar mutlu oldukları anları unutmazlar.Bugün mutlusundur ama bundan seneler sonra o mutluluk sadece o anıda kalmıştır. Bizim hayatımızda sorunsuz şekilde yer aldıklarında onlarla ilgili güzel anıları hatırlarız peki ama ya kötü giden bir şeyler varsa? İşte o zaman karşımızdaki kişiyi ne kadar seversek sevelim anılarda değişiyor gözümüzde. O her şeyden çok sevilen anıları hatırlamamak için uğraşlar verilir. Düşünmemek için olağanüstü çabalar harcanır. Çünkü bilirsin ki onlar mutlu olduğunuz anılardır ve onları hatırlamak acı sevmeyen birinin biber yemek zorunda kalması gibi bir duygu yaratacaktır bedeninde. Ancak nasıl başarır insanoğlu anılarını saklamayı? Gizli kutularında biriktirip açmadan orada sararıp silinmelerini? Sevdiğin, hatırladıkca mutlu olduğumuz anılar nasıl mutsuzluk getirebilir ? Yapabilir miyiz gerçekten anılara ket vurmayı? Hayır, o anılar sağından solundan üstünden geçerler. Bağırarak çığlık atarak geçerler etrafından. Hiçbir şey yapamazsın geleceğin dışında. Çünkü geleceği seferber etmekten başka bir çaren yoktur.
-Ö
25 Ağustos 2013 Pazar
Ölü Ozanlar Derneği
Ben başkalarının varlığının söz konusu olduğu bir durumda,kendi sesimizi duymanın ve kendi inançlarımızı korumanın ne kadar zor olduğunu göstermek istedim. Eğer içinizden biri,farklı bir tempoda yürüyebileceğini düşünüyorsa,kendisine neden el vurduğunu sorsun.
Çocuklar,hepimizin içinde kabul görme ihtiyacı vardır;ama kendinize özgü olan şeylere,sizi farklı kılan özelliklere de inanmalısınız. Bu aptalca ya da pek popüler olmayan bir şey olsa da. Frost'un dediği gibi '' Ormanda yol ikiye ayrılıyordu,ben en az geçilen yolu tercih ettim. Farkı da bu yarattı''
-Ö
And I'll be there forever and a day Always
Aslında son yazılan yazı o kadar güzel ki yazmaya çekindiğim satırlar bunlar. ne desem ne yapsam da anlatabilsem bilemiyorum çünkü o kadar derinlerimde ki bir yanım ortaya çıkarmak için çabalarken, diğer yanım öyle güçlü ittiriyor ki sanki tüm gücünü buna adamışcasına. biliyorum inecek birazdan gözyaşlarım onları tutmam için bana bir fikir verebilir misiniz? 1 yıl oldu. 365 gün. ne kadar da uzun. kaç saatini uyudum,kaç saatinde film izledim ve kaç saatinde unutulmayacak hayaller kurdum? bir insanın sesini en fazla kaç ay hatırlayabiliriz? anılar sesleri de saklayabilir mi? bazen tanrının beni cezalandırdığını bazen ise sahip olunacak en masum şeyi verdiğini düşünüyorum peki ya sizce hangisi? tanrı yok mu? belkide.. peki ya inançlar? her neyse..birini içinizde hissetmek, onu yaşatmak sanki ayrı kişiliğe sahip olur gibi. farklı şeylere ilgi,farklı mutluluklar ve farklı sevgiler. bir insan en fazla ne kadar hatırlayabilir? şöyle kapatıyorum gözlerimi biz hala oradayız yağmur altında koşuyoruz, soğuktan hırkayı paylaşıyoruz, yan yanan sarhoş oluyoruz, sarılıyoruz,mesajlaşırken gülüyoruz. iyi dinleyin bon jovi- Always çalıyor hala.. orada bi yerde devam eden şeyler var fakat bizden çok uzaktalar. hatıralarım canımı yakmıyor sadece hala oradalar. neden lanet olasıcalar hala oradalar? bir ilişkide gerçekten mutlu olunca insan diğer bütün herkese öyle bir kapanıyor ki çünkü biliyor insan o kadar iyi olmayacak. yazınca o kadar sıradan geldi ki hislerim hay hissetmez olaydım dedim. gördüğüm an sarılmak sonra bir daha görmemek istedim yalan değil. bazen burnumun direğide sızlar. sanırım yanlış zamanda yanlış insanlar ya da doğru insan yanlış davranış belki yanlış sevgi. bilmiyorum. bu olaylardan sonra biber dolmasından başka kimseye sevgide bulunmadığım bir gerçek. sanırım artık biber olmasına aşığım. o aptal surat bana ait olmalıydı. pes etmemeliydin aptal surat daha bir sürü planımız vardı. sorunlarla başa çıkabilmek isterdim. bazen keşke hata kimde ve nerde öğrenebilsem diyorum. geri istemek değil artık her şey için çok geç. sadece hatıralarımın en özel yerinde. peki ya hatıralar bizsiz ayakta kalabilir mi? ne kadar?.. and I will love you baby always.. -B
23 Ağustos 2013 Cuma
Bir Doğum Günü Üzerine
Gecikmeli bir doğum günü yazısı olduğunun farkındayım.Ancak durumları biliyorsunuz kızlar. Bu doğum günü yazısını ikinize de yazacağım.Öyle belirli kalıplarla yazmayacağım ama.En samimi duygularımla en serbest şekilde yazacağım yazınızı. Belki çok klasik olacak bu yazı belki de sizlere göre çok farklı ama asıl meseleye girmeden önce tekrar özür dilemek istiyorum,geç kaldığım için.
Siz aldığım en güzel hediyesiniz. Dünyanın en güzel arkadaşlığınız.Kelimenin tam anlamıyla at kardeşisiniz. Ben sizlerle bir arada olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Sizler gibi düşünceli ve sevecen doğru arkadaşları bulduğum için fazlasıyla mutluyum. Siz,canınız acıdığında canımın acıyacağı,ağladığınız da yeter ki ağlama dediğim,güldüğünüz de yüzlerinden gülücük hiç eksik olmasın dediğim canlarım. Siz ve kuğu düşüşleriniz olmasa bu okul falan nasıl biter bilmiyorum. Bu arada Ayşem sen bi' düşmedin. Düş allasen ya :)))
Dünya turu için para biriktirdiğimiz,53 maddelik yapılacak listesi bulunan,birbirimizi her şekilde tanıyan biriciklerim. Çok seviyorum be sizi. Gerçekten çok seviyorum. Böyle dolu dolu seviyorum. Görmediğim zamanlar çok özlüyorum. Hayır biz üniversite de ne yapacağız şimdiden onu düşünmeye başladım. Ama Beril,biliyorsun zaten ev işleri Ayşem de. O yüzden sıkıntı yok ''breadly''. Aaa bu arada onun burnu çok güzel arkadaşlar orada bi' anlaşalım. Hahah var ya doğum günü hediyeniz için aylar önce düşünmeye başladım ve sanırım biraz yardımla da olsa ki size bu sene çok iyi hediyelerle geleceğimi söylemeyi bir borç olarak bilirim.
Okulda göremediğimde geç kaldı diye korktuğum Ayşem umarım sabahcı olunca aman allahım.........
Ben bir insanın Öz'ü bir diğerinin Lois adlı canının içiyim. Bende bugüne bugün Ayşe'yi Atşe yapmış insanım.Bu arada kızlar sizi çok sevdiğimi tekrar belirtmek isterim. Sizi çok seviyorum - EVEET (burada gülmeniz gerekti) Bir türlü o garip doğum günü olayı kısmına gelemedim yeteeeer be yine ne çok konuştun diyeceksiniz -demeyeceksiniz- biliyorum :D
Hep dediğim gibi iyi ki hayatımdasınız eşekler. Elinizi uzattığınızda,yardıma ihtiyacınız olduğunda ben hep orada olacağım.Belki yeri gelecek yan yana olamayacağız ama ben içinizde olacağım. Biz hep yine ''Biz'' olacağız. Dostluğumuz günden güne güçlenecek,hayallerimizi gerçekleştireceğiz. -Bu arada beril seni sarışınla evlendiricem canım-Hep beraber Beril'in ilk oyununu en ön sıradan izleyeceğiz.Hep beraber gideceğiz ayşenin mezuniyetine. Hep beraber olacağız ben ilk adliyeye gittiğimde.Siz benim hayatımda hep olucaksınız. Birlikte nice albümler,anılar eskiteceğiz bizler. Daha kimleri oylayacağız. Binlerce Çağtürk selamlaması yapacağız.Dolu dolu kahkaha atıp dolu dolu yaşayacağız.Dediğim gibi ben olsam da olmasam da mutlu olmaya hep devam edin. Hiçbir şey için geç kaldığınızı düşünmeyin. Fikirlerinizin ne kadar değerli olduğunun bilincinde yaşayın. Kitapların insanın diğer en yakın arkadaşı olduğunu bilin ve okuduğunuz kitaplar da hep beni bulun. Hayatınız boyunca hep iyi yerlerde olun,hep mutlu olun. Sadece sevinçten ağlayın- onda da ağlamayında neyse- Daha çok şey yazmak isterdim ama inanın buraya sığmayacak kadar,kelimelerle anlatılmayak kadar çok hissettiklerim.Size hep inandığımı unutmayın. Hep desteklediğimi,ne olursa olsun yanınızda olduğumu sakın unutmayın. İyi ki varsınız,iyi ki doğdunuz. İyi ki benimlesiniz
Siz aldığım en güzel hediyesiniz. Dünyanın en güzel arkadaşlığınız.Kelimenin tam anlamıyla at kardeşisiniz. Ben sizlerle bir arada olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Sizler gibi düşünceli ve sevecen doğru arkadaşları bulduğum için fazlasıyla mutluyum. Siz,canınız acıdığında canımın acıyacağı,ağladığınız da yeter ki ağlama dediğim,güldüğünüz de yüzlerinden gülücük hiç eksik olmasın dediğim canlarım. Siz ve kuğu düşüşleriniz olmasa bu okul falan nasıl biter bilmiyorum. Bu arada Ayşem sen bi' düşmedin. Düş allasen ya :)))
Dünya turu için para biriktirdiğimiz,53 maddelik yapılacak listesi bulunan,birbirimizi her şekilde tanıyan biriciklerim. Çok seviyorum be sizi. Gerçekten çok seviyorum. Böyle dolu dolu seviyorum. Görmediğim zamanlar çok özlüyorum. Hayır biz üniversite de ne yapacağız şimdiden onu düşünmeye başladım. Ama Beril,biliyorsun zaten ev işleri Ayşem de. O yüzden sıkıntı yok ''breadly''. Aaa bu arada onun burnu çok güzel arkadaşlar orada bi' anlaşalım. Hahah var ya doğum günü hediyeniz için aylar önce düşünmeye başladım ve sanırım biraz yardımla da olsa ki size bu sene çok iyi hediyelerle geleceğimi söylemeyi bir borç olarak bilirim.
Okulda göremediğimde geç kaldı diye korktuğum Ayşem umarım sabahcı olunca aman allahım.........
Ben bir insanın Öz'ü bir diğerinin Lois adlı canının içiyim. Bende bugüne bugün Ayşe'yi Atşe yapmış insanım.Bu arada kızlar sizi çok sevdiğimi tekrar belirtmek isterim. Sizi çok seviyorum - EVEET (burada gülmeniz gerekti) Bir türlü o garip doğum günü olayı kısmına gelemedim yeteeeer be yine ne çok konuştun diyeceksiniz -demeyeceksiniz- biliyorum :D
Hep dediğim gibi iyi ki hayatımdasınız eşekler. Elinizi uzattığınızda,yardıma ihtiyacınız olduğunda ben hep orada olacağım.Belki yeri gelecek yan yana olamayacağız ama ben içinizde olacağım. Biz hep yine ''Biz'' olacağız. Dostluğumuz günden güne güçlenecek,hayallerimizi gerçekleştireceğiz. -Bu arada beril seni sarışınla evlendiricem canım-Hep beraber Beril'in ilk oyununu en ön sıradan izleyeceğiz.Hep beraber gideceğiz ayşenin mezuniyetine. Hep beraber olacağız ben ilk adliyeye gittiğimde.Siz benim hayatımda hep olucaksınız. Birlikte nice albümler,anılar eskiteceğiz bizler. Daha kimleri oylayacağız. Binlerce Çağtürk selamlaması yapacağız.Dolu dolu kahkaha atıp dolu dolu yaşayacağız.Dediğim gibi ben olsam da olmasam da mutlu olmaya hep devam edin. Hiçbir şey için geç kaldığınızı düşünmeyin. Fikirlerinizin ne kadar değerli olduğunun bilincinde yaşayın. Kitapların insanın diğer en yakın arkadaşı olduğunu bilin ve okuduğunuz kitaplar da hep beni bulun. Hayatınız boyunca hep iyi yerlerde olun,hep mutlu olun. Sadece sevinçten ağlayın- onda da ağlamayında neyse- Daha çok şey yazmak isterdim ama inanın buraya sığmayacak kadar,kelimelerle anlatılmayak kadar çok hissettiklerim.Size hep inandığımı unutmayın. Hep desteklediğimi,ne olursa olsun yanınızda olduğumu sakın unutmayın. İyi ki varsınız,iyi ki doğdunuz. İyi ki benimlesiniz
22 Ağustos 2013 Perşembe
Kahperengi
Yalnızlık tek başına kalmak değil,tek başına kalmaktan kaçmaya çalışmaktır. Bunun için ne kadar uğraşırsan durumun o kadar acıklı hale gelir. Geceyi uzatmak,son bir sigara yakmak,bir kadeh daha içmek,ayak sürümek,bin deren su getirmek...
Butün bunlar,kapının arkasına gizlenmiş sen bekleyen tekilliğinle karşılaşmanı geciktirmekten ve çaresizliğini artırmaktan başka bir işe yaramaz. Durumu sükunetle kabullendiğin ve onunla savaşmaktan vazgeçtiğinde ise aniden daha az yalnız biri haline gelirsin.Bu konuda bilinmesi gerekenler fazla değildir. Yalnızlıkta ''çat kapı'' yoktur ve yalnız biri kimsenin hayatının doğal uzantısı olmadığından biriyle buluşmak için daima randevulaşmak zorundadır. Kimsenin hayatını tamamlazma ve bunun karşılığı olarak da kimse onun hayatını bütünlemez. Kimileri böyle olmasını tercih ettikleri için,kimileri de kimse onları tercih etmediği için yalnızdır. Yalnız biri sadece bir aksesuardır. Süslü bir toka,zarif bir kolye,boktan bir kemer ya da çift güzel küpe...
O kadar. Yoklukları üzüntü verici olsa da kimseyi öldürmez.
Hande ALTAYLI
*Hande altaylının okuduğum 2. kitabı. Yine çok güzel anlatılmış,betimlenmiş ve yeterince sürükleyici bir roman olmuş
Butün bunlar,kapının arkasına gizlenmiş sen bekleyen tekilliğinle karşılaşmanı geciktirmekten ve çaresizliğini artırmaktan başka bir işe yaramaz. Durumu sükunetle kabullendiğin ve onunla savaşmaktan vazgeçtiğinde ise aniden daha az yalnız biri haline gelirsin.Bu konuda bilinmesi gerekenler fazla değildir. Yalnızlıkta ''çat kapı'' yoktur ve yalnız biri kimsenin hayatının doğal uzantısı olmadığından biriyle buluşmak için daima randevulaşmak zorundadır. Kimsenin hayatını tamamlazma ve bunun karşılığı olarak da kimse onun hayatını bütünlemez. Kimileri böyle olmasını tercih ettikleri için,kimileri de kimse onları tercih etmediği için yalnızdır. Yalnız biri sadece bir aksesuardır. Süslü bir toka,zarif bir kolye,boktan bir kemer ya da çift güzel küpe...
O kadar. Yoklukları üzüntü verici olsa da kimseyi öldürmez.
Hande ALTAYLI
*Hande altaylının okuduğum 2. kitabı. Yine çok güzel anlatılmış,betimlenmiş ve yeterince sürükleyici bir roman olmuş
19 Ağustos 2013 Pazartesi
Yarın Yokmuş Gibi Koş
Her gün geç kalmaz mıyız bir şeylere? Trene , uçağa , otobüse , derse , randevuya , iş görüşmesine , eve...
Geç kalırız bazen bir yere , bazen bir insana. Yapabileceğimiz bir şey olmaz , bir kere geç kaldık ve o şansı artık kaçırdık..
Kaçırdık otobüsü , uçağı ; diğer bilet anca yarına.. Yetişebilir miyiz gideceğimiz yere , gideceğimiz insanlara...
Ne yapacağız peki , bekleyecek miyiz yarına kadar? Pes mi edeceğiz? Uğruna savaşmayacak mıyız? Koşmayacak mıyız varana kadar o yere , o insana.. Pes etmek güçsüzlük değil midir peki? Güçsüz müyüz biz? Tamam belki özel güçlerimiz yok ama yinede bir şeyler yapamaz mıyız?
Şöyle bir bakınca pes eden bir süper kahraman gördüğünüz mü siz? Zor anlarda kaçıp giden ''Aman bee yine geç kaldım , neyse boş verelim'' diyen.. Aksine '' Geç kalsam da bir şeyler yapmalıyım '' demezler mi? Zaten öyle kazanmazlar mı zaferlerini , mutlu sonlar böyle yaratılmaz mı?
Pes ederek kazanılmaz hiç bir şey , geç kalınmışlıklar içinde savaşılmalı ki o zaman anlam bulsun yaşantımız. Uğruna savaşmadığımız bir şey için bizim diyebilir miyiz? Hayır....
Kural basit aslında ; vazgeçersek geç kalırız , geç kalırsak pes ederiz. Vazgeçmemeli ve pes etmemeliyiz.
İnsanın başına çoğu şey vazgeçtiği için gelir zaten.. Vazgeçmek de vazgeçmemekte bizim elimizdedir.
Vazgeçmek kaybetmektir aslında.. Ve asıl kazananlar vazgeçmeyenlerdir......
Kaydol:
Yorumlar (Atom)






































.jpg)
